Hasankeyf’in hafıza belgeseli: Demans

Sular altında bırakılan tarihi Hasankeyf’in hafızasına odaklanan "Demans" belgeselinin yönetmeni Renas Yıldız, köyü sular altında kalan Bedia isimli...
Sular altında bırakılan tarihi Hasankeyf’in hafızasına odaklanan "Demans" belgeselinin yönetmeni Renas Yıldız, köyü sular altında kalan Bedia isimli yaşlı bir kadının direngenliğinden etkilendiğini söyledi.

YENİGÜN HABER – ​ Yanı başında kurulduğu Dicle Nehri üzerine inşa edilen Ilısu Barajı'nın suları altında bırakılan 12 bin yıllık geçmişe sahip Hasankeyf, “Demans” isimli belgesele konu oldu.

Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği’nin katkılarıyla hazırlanıp, çekimleri 3 ay süren belgeselin galası, geçtiğimiz 1 Ekim'de Diyarbakır'da yapıldı.

Yakın zamanda İstanbul ve Batman’da da izleyici ile buluşacak belgeseli, MA projenin arkasında yer alan Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği yöneticisi Mahir Fırat Fidan ve yönetmen Renas Yıldız ile konuştu.

Belgesele ismini veren “Demans” kelimesinin, “Hafıza yitimi/bunama” anlamına gelen Latince kökenli bir kelime olduğunu belirten Mahir Fırat Fidan, belgeselin odak noktasını oluşturan “hafıza"ya vurgu yapmak için isim olarak bu kelimeyi tercih ettiklerini söyledi.

Fidan, “Demans, kelime anlamı itibariyle bir hastalık, tıp terimi. İktidarın kendi hafızasını yaratmak için Kürt halkının hafızasını yok ederek, yeni bir hafıza yaratmaya çalışmasını, bu kavramla diyalektik bir ilişki kurarak yansıtmak istedik. Yani hafıza kavramının içini yeni bir hafızayla doldurmak istedik” diye belirtti.

Göçler

Göçlerin, tarih boyunca iktidarların halkları cezalandırmak için kullandıkları bir yöntem olduğunu ifade eden Fidan, “Halklar her zaman zorla göçe maruz bırakılarak cezalandırılmak, asimile edilmek ve yok edilmek istenmiştir. Yakın tarihe baktığımızda Kürt halkı, özellikle 1990’lı yıllardan, çözüm sürecinin bozulduğu dönem de dahil olmak üzere hep bir zorunlu göçe maruz bırakılmıştır” dedi.

Sistemli bir politika

Zorunlu göçlerin devlet tarafından sistemli bir politika olarak kendini gösterdiğine değinen Fidan, Mezopotamya Göç İzleme ve Araştırma Derneği bünyesinde buluşan 4 ayrı derneğin özgün çalışmalar yürüttüklerini, bu çalışmalardan birinin Demans belgeseli olduğunu dile getirdi. Belgeselin Hasankeyf’te yapılan Ilısu Barajı ve bu baraj sebebiyle boşaltılan 199 yerleşim yerini konu edindiğini belirten Fidan, şunları söyledi: “Belgesel, yerleşim yerleri sular altında kalan, yerlerinden olan Kürt halkının ve diğer halkların yaşadığı temel sorunlardan biri olan hafıza sorununa ve onların hikayelerine odaklanmaktadır. Batman, Amed, Siirt, Mardin ve Şırnak, yani toplam 5 kentte Ilısu barajının etkileri söz konusu. Sular altında kalan 199 yerleşim yeriyle beraber Ilısu Barajı'nın yarattığı travmatik etkiler kendini göstermektedir. Demans belgeseli bu noktaya odaklandı.”

Çıkış kaynağı direniş

Yönetmen Renas Yıldız ise Hasankeyf’in tarihsel ve kültürel mirasının sular altında bırakılmak istenmesi ile Batman başta olmak üzere Kürdistan kentlerinde buna karşı verilen direnişten etkilenerek bunları bir belgesel haline getirmek istediğini anlattı. Yıldız, bu yola çıkış serüvenini “Hasankeyf, içinde büyüdüğüm bir direniş öyküsüydü diyebilirim” sözleriyle dile getirdi.

“Bu baraj birkaç yılda planlanıp, yapılmadı ve elbette buna karşı geliştirilen direniş de öyle basit değildi” diyen Yıldız, 20 yıl süren ve babasının da içerisinde olduğu bu mücadeleye bir şeyler katmak için belgeseli hazırladıklarını ifade etti.

Mücadele görünür olmalıydı

Hasankeyf’te şantiyeler kurulup, yıkım süreci başlayıncaya kadar kendisinin de elinden geldiğince sahada yıkıma karşı mücadele ettiğini paylaşan Yıldız, belgesel fikrinin nasıl doğduğunu şöyle anlattı: “Baraj yapımından sonra verilen mücadelenin görünür olması gerekiyordu. Bunun üzerine yoğunlaştım. Uzun yıllar boyunca tarihi yapıyı, kültürel mirası ve yaşam alanlarını korumak için mücadele eden insanları ve yaşanan direnişi bir şekilde anlatmak istedim. İlk önce yaşanan hak ihlallerine ve tarihin yok edilişine dönük bir rapor hazırlama fikri uyandı bende. Ancak daha sonra bu insanlık suçunu toplumsal bellekte yer edinmesini ve asla unutulmamasını istedim. Yaşananları halka ulaştırmayı ve durumu görünür kılmayı hedefledim. Bu durum beni bir fotoğraf sergisi açmaya ve belgesel çekme fikrine yöneltti.”

Çekimlerde de baskı sürdü

Yıldız, sahada en çok etkilendiği noktanın ise devletin halk üzerinde kurduğu sistematik baskı olduğunun altını çizdi. Yıldız, “İnsanların tedirginliğini onlarla kurduğum diyaloglarda hissedebiliyordum. Aslında ben de devlet baskısına çekim aşamasında maruz kaldım. Drone gibi bazı ekipmanları kullanmamız devlet güvenliği bahane edilerek engellendi. Bunun yanı sıra zorla yerinden edilen insanlar dağılıp farklı alanlara gittikleri için onlara ulaşmak da oldukça zor oldu” diye konuştu.

İki temel hikaye

Çekimler sırasında sahada iki temel hikâyeyle karşılaştıklarından bahseden Yıldız, bunlardan birinin köylerini terk edip şehirlere yerleşmek zorunda olanlar, diğerlerinin ise yerinden etme politikalarına karşı direnen ve sular altında kalan köyün civarına yeniden evler inşa ederek yaşamlarını sürdürenler olduğunu ifade etti. Bu sebeple hem köy civarında yaşayan ailelerle hem de Batman şehir merkezine göç edenlerle ayrı ayrı temas kurduklarını belirten Yıldız, “Bu iki hikâyenin yanı sıra bir de Hasankeyf gerçekliği vardı. Hasankeyf’in tarihi yapısını, yıkım sürecini ve buna karşı geliştirilen direnişi anlatması için Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Aktivisti Rıdvan Ayhan ile görüşmeler gerçekleştirdim” dedi.

Geçmişinin yasını tutan kadın

Halkla kurdukları her temasta farklı hikâyelere kapı aralandığını söyleyen Yıldız, bütün hikâyelerin ortak noktasında ise “zorla yerinden edilme” gerçeği olduğunu vurguladı. Bu süreçte birbirinden travmatik birçok hikâye ile karşılaşsa da kendisini en çok etkileyenin köyü sular altında kalan Bedia isimli yaşlı bir kadının direngenliği olduğunu paylaşan Yıldız, bu etkiyi "Bedia, köyü sular altında bırakıldıktan sonra bütün varlığını satarak köyün yukarısında yer alan tepede inşa ettiği yeni bir evde yaşam sürdürmeye çalışıyordu. Bütün komşuları ve akrabaları şehirlere göç etmiş olan bu kadın, tepedeki evinden aşağıya bile inemediğini ve o evde yalnız başına öleceğini söylüyordu. Bugün sular altında yatan köyüne o tepeden her baktığında, köyünün yok oluşunu hatırlıyor ve geçmişin yasını tutuyordu. Aslında onunki bir tutsaklık haliydi. Yaşamına, hafızasına olan bağlılığına verilmiş bir cezaydı” sözleriyle dile getirdi. (Haber Merkezi)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri