Çocuk yaşta başlayan resim ilgisini geliştiren Vahap Aydoğan, sürreal biyografi resimleri ile dikkat çekiyor. Genç ressam “Biyografisini çizdiğim hiç kimseyi daha önce bilmiyor ve tanımıyorum. Yazı dili ile iletişim kurarak, aldığım cevapları kendi süzgecimden geçirerek imgelere, imgelerden de tuvale aktarıyorum” diyor
Çocuk yaşta başlayan resim ilgisini geliştiren ve sürreal biyografi resimleri ile dikkat çeken Vahap Aydoğan, başarılı çalışmaları ile öne çıkıyor. Çatlamış duvarlar, küçük minimal gölge insanlar ve iskambil kâğıdı gibi aykırı ve öznel araçları tercih eden genç ressam, birçok kentte sergi açtı. Mardin’de doğan ve Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olan Aydoğan, kişi ile tablo arasında bir köprü görevi gördüğünü söylüyor. Genç ressam “Aklın ve kalbin arasındaki dengeyi bir paydada buluşturan, araf’ın ismi olmalı sanat” diyor.
‘Duygu dünyasındaki ruhu keşfetmenin meramını yansıtmaya çalışıyorum’
Sanat serüvenini ve çalışmalarını Sputnik’ten Sertaç Kayar’a değerlendiren Aydoğan “Gizemi görmeyi, söylenmeyeni söyletmeyi ve özellikle duygu dünyasındaki ruhu keşfetmenin meramını biyografilere yansıtmaya çalışıyorum. Öncelikle sanata bakışım ve tablolarım kimi zaman tamamen biyografilerle bütünleşmiş, kimi zaman da kişilerin ruh algılarının deformasyonuyla ön plana çıkmıştır. Aşkı, duyguyu , sevgiyi ve umudu bir karede inşa etmenin en güzel yolunun, insanın yaşam yolculuğunu stilize etmek olduğu gerçeğine olan inancım oldu. Çizdiğim biyografiler için hayatın insana biçmiş olduğu rolün kırılma anlarını işlediğimi söyleyebilirim” dedi.
‘Biyografisini çizdiğim hiç kimseyi daha önce bilmiyor ve tanımıyorum’
Aydoğan, çalışma prensibi ve yaptığı sürreal biyografi çalışmalarını şöyle anlatıyor:
“Sanat felsefesi olarak çalışmalarımda doğumun var olduğu her süreçte, ölümün de bir hakikat olduğu ve bu yolculukta insanların yaşamlarında topladığı anılarını, bir süreç olarak bana aktarmaları çalışma prensibimin mihenk taşı olmuştur. Bu yüzden yaşam bir film şeridi gibi. Bir tiyatro sahnesinin birer perdesi gibi yoğun ve tamamen soyut. Biyografisini çizdiğim hiç kimseyi daha önce bilmiyor ve tanımıyorum. Görmediğim bir kişiye yirmi soru yada doğaçlama ve sadece yazı dili ile soru soruyorum. Sözlü yada görüntü olmadan sadece yazı dili ile iletişim kurarak, aldığım cevapları kendi süzgecimden geçirerek imgelere, imgelerden de tuvale aktarıyorum. Bir yazar nasıl bir biyografi yazıp done bilgi topluyorsa, ben de insanın doğduğu günden bugüne ve yarınlarına kadar olan hayat yolculuklarına ayna tutuyor aynı zamanda köprü oluyorum.”
‘İmgeleri keşfetmeye çalışıyorum’
“İmgelerini stilize etme çabasıyla insanın hiç tanımadığı birine hayatını, hayallerini anlatması hem cesaret hem de büyük bir güven istiyor” diyen genç ressam “Bu güven çerçevesinde kişinin doğduğu günden bugüne ve yarına uzanan hayallerini soru cevap şeklinde imgelerini keşfetmeye çalışıyorum. İdeal benliğin gerçek benlik ile örtüştüğü oranda mutluluğu, benlik çatışmaları arasında makas farkı artıkça üzüntünün de eserler üzerindeki etkisini net olarak görebiliyorum. İnsan arayışını sınırlarını bu düzlemde bir yol izleyerek anlatır ve kendi dünyasında kurduğu ütopya ile var olur. Bu varoluş içinde kişi görmek istediğini mi yoksa kendi gerçek yüzleşmesiyle mi karşılaşmak istediği arasında bir karar verir. Bu büyük bir ikilem. Evet, acıdan beslenen ve sevinçle kederlenenin içsel bir savaşıyla da karşı kaşıya kalınabiliyor” şeklinde konuştu.
‘Madalyonun iki yüzü gibi’
Şöyle devam ediyor Aydoğan: “Tıpkı hepimizin madalyonun iki yüzü gibi tek ve birbirinden olabildiğince zıt ikilemleri bir bedende topladığımız gibi. İşte psikolojik ve duygusal alanın bir tarafında ruhu, diğer tarafında da fiziksel ve sıradan yaşamın anlatıldığı bir hikaye ile sonsuz imge yaratma çabası. Sanatın içinde ister plastik ister fonetik sanatlarda, kökeni ve temelleri bir yerde kök salmalı ki üzerine koyduğunuz her şey sizi bir adım ileriye götürsün.”
‘Vazgeçilmezin temsiline işaret eder’
Çalışmalarının olmazsa olmazlarının olduğunu kaydeden Aydoğan “Çatlamış susuz, hatta suya hasret Anadolu topraklarının izlerini, insan siluetlerini ve gölgelerin tabloda minimal olarak ruh hallerini yansıtmalarını, iskambil kağıtlarının her insandaki sembolü ve sayısı, tuvalin yan kısımlarında ise iç içe geçmiş halatlar bağlılığın ve vazgeçilmezin temsiline işaret eder” dedi. Aydoğan neden biyografi çizdiğini ise şöyle anlatıyor:
“Özellikle biyografi çizeyim ya da bu tabloları sürreal olarak stilize edeyim, diye bir uğraşım olmadı. Ben gizemi görmeyi, söylenmeyeni söyletmeyi ve özellikle sonsuzluğu aramayı amaç edinmiş bir yüzleşme yaşıyorum biyografilerde. Tamamen deneyimlerin sonucunda gelişen bir süreç. Kendimi bildim bileli insan anatomisi ya da bir objeyi deforme etme ve bambaşka bir boyutta göstermek gibi etütlerim vardı. Bu etütler de bugünlere ışık tuttu, diyebilirim. Sanatta yada başka meslek dallarında insanın beyaz, gri ve siyah bir düzlemde yol aldığına inanıyorum. Henüz gri alanın sonu siyah alanın başında olduğumu düşünüyorum. Deneyim ve zaman bu tarzımın oluşmasında en büyük etken.”
‘Sanatta karakter ve bir üslup varsa o bir yoldur’
Yaklaşık 22 yıldır sanatla iç içe olduğunu ifade eden genç ressam “Sanatı ve üslubu tanımlarken hep şu ifadeleri kullanırım, sanatta karakter ve bir üslup varsa o bir yoldur. Siz o yola girmezsiniz, zaten o yol size aittir ve siz, yolun yolcusu değil, yolun kendisisiniz. Tuvali boş bir levha olarak görürüz ,kalıp bir düşünce, bir peyzaj, bir natürmort olarak doldurabilirsiniz, bu size kalmış bir şey. Ama ben o tuvale bir insanın hayat hikâyesini stilize etmekten ve bunu sürreal olarak işlemekten inanılmaz bir haz alıyorum bu haz ise bende inanılmaz bir motivasyon kaynağına dönüşüyor” dedi.