İlon şiir kitabıyla okuyucuyla buluşan Eyüp Özergin, Şiiri şöyle tanımlıyor; insanlığın doğumundan itibaren evreni sarıp sarmalayan, yeryüzünün ilk kelimeleridir. Doğası gereği ilahi bir niteliği vardır. Düzensizliğin içinde uyum, uyumun içinde ahenktir şiir. Dindir, felsefedir, anlatıdır, sanattır ve hatta en geniş anlamıyla yaşamdır.
Söyleşi/Berfin FİLİZ/YENİGÜN HABER - Bugün biraz “Eylül” den konuşacağız. Bugün benim duygularımla yazılmış bir eylülü değil, Eyüp Özergin’in içinden geçip kitabına dökülen eylülünden yani “İLON” kitabından konuşacağız.
Eyüp Özergin, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde kalabalık bir ailede doğup büyüyen, edebiyat ve şiir dünyasına “İlon” kitabıyla yeni katılmış bir şair. Tabi şiire olan ilgisi bunun çok daha öncesinde, çocukluğunda başlamış. Babasının radyodan dinlediği dengbej şarkıları ve sonraki yıllarda edebiyat hocalarının onu şiire teşvik etmesiyle kendisini şiir ve edebiyat dünyasının içinde bulmuş.
Tam da eylül ayındayken Eyüp Özergin’in “İlon” kitabını okuma fırsatı buldum. Kendisiyle iletişimimiz üzerine bu kitaptan size de bahsetmeye ve konuyla ilgili bir söyleşi yapmaya karar verdik. Öncesinde kitapla ilgili fikirlerimi beyan etmek istiyorum.
Öncelikle kitabın dış tasarımı oldukça ilginç ve etkileyici. Güneş doğarken ağaçların arasından gözlerini kapatmış bir kadın yüzü görüyoruz. Fikrimce arkadaki güneş her ne kadar umudu tasvir etse de kadının yüzü karanlık ağaçların arasında oldukça umutsuz ve hüzünlü görünüyor. Eylül umudu da, hüznü de barındıran ve dallarından savrulan yapraklarıyla da bu duyguları hissettiren bir ay. Tabi bu benim düşüncem; az sonra Eyüp Özergin’e de kitap tasarımını seçerken neyi düşünerek ve hissederek seçtiğini soracağız elbette.
Kitabın içine yani şiirlere gelince dili ağır olmayan ama farklılığa da el atan bir tarzda olduğunu gördüm. İçinde bir yerlerde hep sevda ve umut taşıyan sözcükler var Ve hep birilerine ya da bir şeylere özlem duyar gibi.
“Daktilo” şiirinin son iki satırında yazılı olan;
“kalbime gecekondu olan
Gözlerin kaç yaşında”
Sözleri beni gerçekten derinden etkiledi. Çaresizce oraya sığınılmış gibi. Ama kim, nereye; gözler mi kalbe, kalp mi gözlere vurgun? Düşündüren ve hissettiren cümleler…
Beğendiğim şiirler birden fazla tabii ki ama en beğendiğim şiir “Maria” şiiri oldu açıkçası. Mardin’de iki yılını geçirmiş biri olarak, şiiri okurken Mardin’in o sıcak rüzgârını yüzümde hissettim. Çay içerken Mardin manzarasında olduğumu görebildim. Okurken bana hayaldeki gerçekliği de yaşattı. Evet, kitap hakkında daha fazla açılmadan Eyüp Özergin ile röportajımıza geçelim.
Öncelikle merhabalar, hoş geldiniz, nasılsınız?Merhabalar, hoş gördük iyiyim teşekkür ederim. Umuyorum ki sizlerde iyisinizdir. Bu arada ince ve güzel düşünceleriniz için çok teşekkür ederim.
Kitap tasarımından bahsetmiştim o halde ilk sorumuz da buradan başlasın. Kitabın dış tasarımını seçerken nelere dikkat ettiniz? Hüzünlü ama aynı zamanda umut vadeden bir resim gibi. Bir hikâyesi var mı sizin içinizde?
Bu kapak için 3 ay boyunca düşünüp kafamda tasarlayıp derledim. Kadının toplumdaki yerini düşünerek böyle bir tasarım seçtim. Çünkü kadın, tıpkı sonbaharda dökülen yaprak gibi usul usul, acı acı yaşlılığa giderken, üzerine acı dökülürken ve toplumun tüm acılarını içerisinde barındırıp toplumdaki yerini düşünerek böyle bir ambiyans sağlamak istedim. Genel olarak yaşam resmedilmiştir. Bir taraftan dalların kurumasıyla son bulan, öbür taraftan dalların yeşillenmesiyle başlayan, kuşların uçuşuyla devam eden bir yaşam...
İlk şiirinizi ne zaman ve hangi duygularla yazdığınızı hatırlıyor musunuz?
Ortaokulda 8. sınıfta Özdemir Asaf'ın, ”Herkesin bir hikâyesi vardır ama herkesin bir şiiri yoktur.” cümlesi ile tanıştım ve neden benim bir şiirim olmasın deyip şiir yazmak istedim. Bunun öncesinde şiire ve sanata merakım vardı. O zamanlarda şu duyguyla yazdım diyemem çünkü tüm duyguları aynı anda hissediyor ve yaşıyoruz. O dönemde sadece kendini bulma çabası içindeydim diyebiliriz.
Şiirlerinizi yazarken belli bir ortam seçer misiniz? Yoksa her zaman her yerde yazabilir misiniz? Yazarken bir müzik eşlik eder mi size?
Genel olarak her yerde yazabiliyorum ama çoğu zaman sesimi kaydedip sonra da kaleme döküyorum. Bazen bir şiir aylar, bazen de yıllar sürebiliyor. Müziğin eşlik ettiği ve etmediği zamanlar da oluyor.
Şiir yazmaya başladığınızda kendinize örnek aldığınız bir şair var mıydı? Üstatlardan en çok kimi okumayı seversiniz?
Aslında birçok sevdiğim ve örnek aldığım şair var ama ben iki tane söyleyeceğim. Şiirlerinde Eylül’ü çok barındıran Turgut Uyar, kısa özlü söyleyişlerin yer aldığı, humor içeren, düşündürücü ve özgün şiirleriyle de Özdemir Asaf.
Sizce geçmişe oranla günümüzde şiire bakış açısı ne yönde değişti, değişimin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir, Şiire verilen önem eskiye kıyasla azaldı mı?
Şu anda bilgi çağındayız. Eskiye nazaran insanlar daha rahat bilgiye ulaşabiliyorlar. Eskiden sadece matbaa ile basımlar yapılırdı şimdi ise internet, sosyal medya, matbaa ve basımevleri var. İnsanlar düşüncelerini, şiirlerini rahatlıkla yayınlayabiliyor. Okurlar da aynı kolaylıkla ulaşabiliyor. Burada dikkat etmemiz gereken, bilginin doğruluğunu ve güvenirliğini sorgulamamızdır. Şair ve yazarlara ait olmayan şiirler ve yazılar, onlarınmış gibi paylaşılabiliyor. Bunun gibi yanlış algılara kapılmamalıyız.
Şiirde ve edebiyatta umduğunuzu bulamayıp veda etmeyi düşündüğünüz hiç oldu mu?
Sanatın içinde olursunuz, sanatı çok seversiniz, sanatsal bir ürün ortaya koymak için çok uğraşırsınız ama henüz ortaya bir ürün koyamadığınız için soyut sanatçı olursunuz. Akabinde yapılan uğraşlar sonrası bir ürün ortaya koyarsınız, bu da somut sanat olur. Benimde soyut sanatçı olduğum dönemde karşılaştığım bir sürü zorluk oldu. Yaptığım işi, kıskançlık derecesinde beğenmediğini dile getirip şevkimi kıran oldu. Tabi ki ben bir şekilde adımlamaya devam ettim. Şu an yani kitabım çıktıktan sonra benim tahminimle somut yazarlık dönemimde, bana o haksız eleştirileri veba görenlerin hiçbiri şuan yok. Bir yazar için bu her şeyden öte büyük bir başarıdır.
Şiirlerinizi kitap haline getirmek kurduğunuz bir hayal miydi? Hayallerinizi gerçekleştirdiğinizi düşünüyor musunuz?
Şiirlerimi kitap haline getirmek, gerçekleşebilecek bir hayaldi. Okuyan okurlara su gibi süzülme imkânı sağlayıp başka bedenlerde can bulması dileğiyle…
Kitabınızın isminin bir hikâyesi, bir anlamı var mı sizin için? Şiirlerinize başlık verirken nelere dikkat edersiniz?
“ÎLON” Türkçede Eylül demektir. Aslında bende çoğu kişi gibi Eylül’ün şiirsel hallerini seviyorum. Hatta soylu yazarların Eylül hakkında fazlaca şiirleri var. Aslında her ayın ayrı bir anlamı var. Benim için Eylül’ün bana kattığı anlam derin ve elzemdir. Şiirlerime başlık verirken de şiirin duygusal yoğunluğuyla yoğrulup, şiirin içine girip şiirin içinde kaybolduğum kelimelerle başlıklarını vermek istedim.
En sevdiğiniz şiiriniz hangisidir?
Yazmış olduğum kitap benim dünyamdır. Her şiirim farklı bir ülkeyi, farklı bir toprağı, farklı bir havayı, farklı bir mevsimi simgeler. Benim için Maria’yı okuduğunuzda belki Torosları düşünürsünüz. Başa Al’ı okuduğunuzda, kutuplarda akarsu özelliğini kaybetmemek için oluşan bir akarsuyu fark edersiniz. Tutsak şiirini okuduğunuzda ise bir gökkuşağı gibi her rengi içinde barındıran havasını görürsünüz. Şiirlerim çocuklarım gibidir. En çok bunu seviyorum dersem diğerinin gönlü kalacakmış gibi hissediyorum. Hepsinin ehemmiyeti benim için oldukça yüksek.
Şiire dair birkaç söz söylemek isteseniz, neler söylersiniz, Şiir sizin için neyi ifade ediyor?
Şiir; insanlığın doğumundan itibaren evreni sarıp sarmalayan, yeryüzünün ilk kelimeleridir. Doğası gereği ilahi bir niteliği vardır. Düzensizliğin içinde uyum, uyumun içinde ahenktir şiir. Dindir, felsefedir, anlatıdır, sanattır ve hatta en geniş anlamıyla yaşamdır.
“Kimi” şiirinizde iyi olarak tasvir ettiğiniz insanları rüzgâra benzetmişsiniz. Böyle insanlar hep yanınızda olurlar demişsiniz. Fakat rüzgâr gelip geçici, yüze değip giden bir şey değil midir? Sizde burada kalıcılıktan bahsediyorsunuz aslında. Bu benzetmeyi neyi düşünerek yaptınız?
Bu soruyu Şems-i Tebrîzî'nin bir sözüyle cevaplamak istiyorum. 'Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?' Rüzgâr da bize bu sözü kanıtlar. Biz düzenimizi korurken, bize başka düzenlerin, hayatın altının üstünden daha iyi olduğunu gösterir. Rüzgâr, kelime anlamı havanın yer değiştirmesinden oluşan esinti yeldir. Bazı insanlarda öyledir. Hangi havadan geldiği belli değildir. Hayatımızda çok güzel dokunuşları olur, başka havalardan baharlar getirir. Naif bir şekilde yanağımızı okşar, bazen de yakıp yıkar. Bizler o an hayatımızın altını üstüne getirdiğini düşünürüz fakat hayatımızın altının üstünden daha iyi olduğunu gösterirler bize. Bu yüzden bu tür insanların yel olup gitmesine engel olup kalbimize iliştirmeliyiz.
Şiirlerinizle alakalı son bir sorum daha olacak. “Ütopik Düşler” adlı şiirinizde, sevgiliye kurduğunuzu söylediğiniz ütopyayı hep kırılgan ve geçici olgulara dayandırmışsınız ama ütopya denilen şey aslında olmayan ve gerçekleşmesi imkânsız, çarpıcı ve ilginç tasarımlardır. Hal böyleyken neden daha yükseklerden, daha ütopik olgulara bağlayarak yazmadınız da her an kopup gidebilecek, hüzün hissettiren olgulara dayandırdınız? Şiirin sizin için acı bir hikâyesi mi var?
Şiirin acı bir hikâyesinin olup olmadığını anlatmayacağım, bu okurun takdiridir diyebiliriz ama ütopya gerçekleşmesi imkânsız bir olgu değildir. Belki klasik olacak ama hayatı yaşanır kılan, hayallerdir. Hayaller gerçekleştirilmek için vardır; benim kurduğum ütopya da imkânsız bir şey değildir. Herkesin içinde var olan ve istediğini yapabileceği belki uzak, bir o kadar da yakın gelecektir. Bu ütopya öyledir ki hem gökkuşağı, salıncak ve uçurtma gibi yüksekte, hem de tahterevallinin hiçbir zaman yükselmeyen tarafı kadar yere yakın… Tıpkı hayallerimiz gibi; hem çok yakın, hem de bir o kadar uzak. Burada yakın olanı da, uzak olanı da alıp bir dünyayı kurmayı tasvir ettim.
Son olarak okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Öncellikle kendi kalemimi bulmak için çok uğraş verdim. Bunu yaparken halkla bütünleşmeye çalıştım. Bazen bir tornacı, bazen bir fırıncı, bazen ise bir psikolog oldum. Birçok kişiliğin gözünden bakmaya çalıştım. Halkla oturumlar düzenledim. Şiir okudum, güzele dair ne varsa kalbime işledim. Bunlar da kalemime yansıdı. Yazmış olduğum şiirleri Âşık Veysel’in kalp gözüyle, Nefi’nin sivri diliyle ve Baki’nin feraset ilmiyle yoğurarak yazdığımı söyleyebilirim. Tabi bunun böyle olup olmadığının takdiri değerli okuyuculara aittir. Özetle; Dargın ve kırılgan bir durakta bekleyenlerin haykırışları…
Bu keyifli sohbetiniz için teşekkür ederiz. Sağlıcakla kalın
Ben de samimiyetiniz ve sıcaklığınız için öncelikle size, sonra da kıymetli vakitlerini ayırıp bu röportajı okuyan tüm okurlara ve yüreği iyilikle çarpan herkese teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın. Umut ile şiir ile sağlıcakla kalın.