İbrahim Acar/YENİGÜN HABER – Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği, Osmanlı Devleti’ne karşı siyasi bağımsızlık faaliyetlerinde bulundukları için Diyarbakır Kalesi’ne sürgün edilen Bulgarlara ait paylaşımda bulundu.
Paylaşımda şu bilgilere yer verildi:
"1862-1878 yılları arasında vuku bulan çeşitli hadiselerden dolayı yakalanan 130 civarında Bulgar yargılandıktan sonra İstanbul üzerinden Diyarbakır’a gönderiliyor.
Bazı sürgünler Anadolu’nun çetin iklim şartlarına denk gelen yolculuğa dayanamıyor, bir kısmı Diyarbakır’ın havasına ve suyuna alışamıyor ve Yenikapı civarında oluşturulan Bulgar Mezarlığına(Çifthavuzlar Mezarlığı) gömülüyor.
Papazdan muallim ve esnafa, tüccardan ressam ve hancıya kadar son derece geniş bir sosyal ve mesleki yelpazede yer alan Bulgar sürgünlerinin bir kısmı yolculuğunu veya Diyarbakır’da günlerini, düşüncelerini notlar halinde yazıyor ve daha sonra bu notlardan hatıratlar oluşturuyor.
Bu mektup, notlar ve hatıratlardan anlaşılıyor ki bazı sürgünler çeşitli işlerde çalışarak geçimini sağlamaya, şehrin hayatıyla bütünleşmeye, mahalli unsurlara kendilerini kabul ettirmeyi başarıyorlar.
Sürgünlerden birinin Çifte Hanı işlettiği bu nedenle bir süre sonra buranın Bulgar Hanı olarak anılmaya başlandığı söyleniyor.
Başka sürgünlerin kahvehane ve lokanta açtığı, iki sürgünün belediye namına yollarda mühendislik yaptığı, yabancı dilden kitap tercümesi yapanların olduğu görülüyor…
‘GİT SENİ ARTIK DİYARBAKIR’DAKİ ERMENİ PAPAZ BİLE KURTARAMAZ’
Hikayenin devamını, bu gizli gerçekliği ilk ortaya çıkaran Diyarbakırlı Yazar Şeyhmus Diken'den dinleyelim.
Bulgarca’ya çevrilen ‘Gittiler İşte’ kitabının söyleşisi için Bulgaristan’a giden Diken, bir sohbet sırasında Bulgarlar'ın Diyarbakır’a hiç de yabancı olmadıklarını fark eder.
VOA’ya konuşan Diken, hikayeyi nasıl öğrendiğini şöyle anlatır:
“Bir akşam yemeğinde çevirmenim ‘Biz Diyarbakır’ı biliyoruz’ dedi. Nereden bildiğini sordum. 1850’li yıllarda Bulgarlar sürgüne gönderilirken, ‘Git seni artık Diyarbakır’daki Ermeni papaz bile kurtaramaz’ sözü söylenmiş. Komitacılar sürgüne giderken oradan anılarını mektuplarla yazıp yollamışlar. O kadar kötü anlatıyorlarmış ki, cehennem gibi sıcak, akrep var, yılan var diye söylemişler. Bir de cezaevi gibi bir yerde kalıyorlarmış. Oranın koşulları da çok kötüymüş. Gün içinde çıkıp şehri dolaşıyorlarmış. Bulgaristan’ın Deliorman bölgesi gibi sık ağaçlıklı, serin ortamından, bir anda Mezopotamya’nın kavurucu sıcağına gelince insanlar helak olmuş. Metinlerini Türkçeye çevirmesini istedim. Bir miktar karşılığı yapması üzerine anlaştık. Geldim burada birkaç kişiye sordum ama ilgi çekmedi ve proje öyle kaldı” dedi.
DİYARBAKIR SÜRGÜNLERİ
Yaptığı yeni araştırmalarla, sürgünlerle ilgili yeni detaylara ulaşan Diken, bir süre sonra ‘Diyarbakır Sürgünleri’ biri bir kitap yazmış.
Ondan sonra olaya vakıf olduğunu belirten Yazar Şeyhmus Diken, “Bulgarlar buraya gelmişler ve İçkale’deki cezaevinde kalmışlar. Bu han o zaman yerli şahısların elinde han olarak kullanılıyormuş. Gelen Bulgarlar'a gün içinde, yaşamlarını sürdürebileceği, iş olanakları fırsatları da yaratılmış. Onlardan biri gelip bu handa yer tutmuş, kirasını muntazam ödemiş, hanın sahibi bakmış bunlar çok dürüst, diğerlerini çıkarıp hanın hepsini Bulgarlar'a vermiş. Çeşitli işler yapabilen diğerlerine vermiş.”
ÖLENİN MEZAR YERİ DE BELLİ DEĞİL
Kentin ilk fotoğraf stüdyosunu kuranlar, ilk yaylı arabasını yapanlar yine Bulgarlar. 1877’de çıkan aftan sonra geride izler bırakarak ayrıldıklarını söyleyen Diken, “Mesela Diyarbakır’da ilk fotoğraf stüdyosunu kurmuşlar. O zamana kadar Diyarbakır’da fotoğraf stüdyosu yokmuş. Sonra ilk tekerlekli yaylı arabayı bunlar üretmiş. Bizim faytonun önceki hali. Valilikte çalışan memurlara evlerinden oraya servis yapmışlar. 1877’lerde af çıkınca hepsi geri dönmüş. Sadece biri ölmüş onu burada gömmüşler. İsmini yazmadıkları biri evlenip burada kalmış. Çok araştırdık belki buluruz diye ama bulamadık. Ölenin mezar yeri de belli değil” diye konuştu.