CHP Milletvekilli Sezgin Tanrıkulu Plan ve Bütçe Komisyonu'nda Bakanlıklar görüşmelerinde sorularını sormaya devam etti. Tanrıkulu son olarak Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'a " neden" diye sordu.
BÖYLE BİR ÇELİŞKİ OLAMAZ
Tanrıkulu konuşmasında şunları söyledi: "Neden? İlk önce bu kitapçıktan başlayayım yani kim bu konuşmayı yazmışsa bence çok daha dikkatli yazmak zorunda, siz de mutlaka kontrol etmişsinizdir, mesela şu cümle var: "Bunlara rağmen soykırım ve savaş suçlarının uluslararası ceza mahkemesinin gündemine elbet bir gün geleceğine inanıyoruz." Çok doğru, yanı başımızda Filistin'de insanlığa karşı suçlar işleniyor ve mutlaka uluslararası ceza mahkemesinin gündemine gelmesi lazım fakat ben sivil yaşamımdan bu yana Türkiye'nin Roma Sözleşmesi'nin statüsüne imza atması gerektiği için mücadele ettim ve neden taraf olmadığını sordum, milletvekilliğimde sormaya devam ediyorum. Şimdi, eğer bunu buraya yazmışsanız size sorarlar: “Siz niye taraf olmuyorsunuz?” 2002'den beri iktidardasınız, tam da o zaman yürürlüğe girdi. Yani geriye baktığımız zaman bir şey mi var, neden olmuyorsunuz? Ya buraya yazmayacaksınız ya da taraf olacaksınız yani dolayısıyla böyle bir çelişki olamaz böyle bir kitapçıkta ve ilk sayfada, böyle büyük bir çelişki olamaz."
KENDİ MÜKTESEBATINIZA BAKMANIZ LAZIM
İkinci olarak, eğer bunu yazmışsanız ben başka bir şey daha söylerim: Mesela, Neden Hükümetiniz, gerçekten Türkiye'de kayıp vakası yoksa veya sizin döneminizde olmamışsa kayıplara karşı sözleşmeyi neden imzalamıyor, eğer gerçekten kayıp vakası yoksa, yakın zamanda olmamışsa ve bunlara karşı mücadele ediyorsanız? Dolayısıyla yani böyle iddialı sözler söylerken ilk önce yani kendi müktesebatınıza bakmanız lazım, ilk önce onu söyleyeyim.
ADALETE GÜVENİYOR MUSUNUZ?
Üçüncü olarak, Sayın Bakan, şimdi, hukuk devleti olmanın ölçüsü şudur... Hukuk başlangıcı dersinde, daha birinci sınıfta ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Vecdi Aral'dan o dersi almıştım, bizim anlayacağımız bir şekilde yani daha liseden yeni çıkmış öğrencilere şunu anlatırdı: "Yani başınıza bir iş gelirse, mahkemeye düşerseniz eğer başınıza ne geleceği konusunda bir öngörüye sahipseniz o devlete 'hukuk devleti' denilebilir." Yani ölçülerden bir tanesi bu, hukukla başınız derde girerse öngörülebilir olmak. Şimdi, ben ağır ceza mahkemesi başkanına sormuştum çok yakın bir zamanda, bana dedi ki: "Ya, Sezgin Bey, ben bu adliyeye girersem nasıl çıkacağımı kendim bilmiyorum." Yani bir yargıç, hatta komisyon başkanlığı yapan bir yargıç "Ben bu adliyeye girersem nasıl çıkacağımı bilmiyorum." dedi. Dolayısıyla hiçbir yurttaşımız bakımından, bakın, siyasetçiler bakımından dahil olmak üzere hukuk öngörülebilir değil, o nedenle zor zamanda yapıyorsunuz diyorum. Neden bunu söylüyorum? Dün bir daha baktım yani adalete güven yüzde 17 seviyelerinde, yüzde 20 seviyelerinde yani "Başınız yargı sistemiyle derde girerse adalete güveniyor musunuz?" sorusuna "Güveniyorum." diyenlerin oranı Türkiye'de yüzde 17 sadece, yüzde 17 bakın. Onlara bir de sormuşlar, alt sorular var, onlar da hiç adliyeye işi düşmemiş insanlar; onlar Yargıyı bilmedikleri için "Güveniyorum." diyorlar, yüzde 60 "Güvenmiyorum." diyor, yüzde 20'nin de fikri yok. Şimdi, Yargıya güvenin en üstte olması lazım yani ordudan, güvenlik güçlerinden, siyasetten üstte Yargının olması lazım ama bu dönem, Adalet ve Kalkınma Partisinin bu dönemi Yargıya olan güvenin en dipte olduğu dönem ve uluslararası endeksler de bunları doğruluyor, Türkiye'de yapılan kamuoyu yoklamaları da bunu doğruluyor. Dolayısıyla burada -okuyunca da bakın, not almışım, arkadaşlarımdan da biraz önce duydum, söylediler- bu kitapçığı okuyunca -okudum yani aşağıda nöbetim vardı, okudum sabahtan, aldım gittim, sizi dinlemedim ama tümünü okudum- güllük gülistanlık bir Türkiye tarifi yapmışsınız. Gerçekten yani insan bunu okuyunca "Vallahi, ne güzel bir Türkiye'de yaşıyoruz." diyor ama öyle değil ki, gerçek hayat bu değil. Dolayısıyla bakın, bu yazdıklarınıza inanmayın, inanırsanız Bakanlık yapamazsınız, Türkiye bir yere gitmez. İnanmayın buna yani böyle bir Türkiye yok. Ya biz başka bir yerde yaşıyoruz ya da siz başka bir yerde, dünyada yaşıyorsunuz. Dolayısıyla bu kitabı alın, dağıtın, okutun hukuk fakültelerinde falan "Böyle bir Türkiye var." diye ama buna uygun davranmayın, tümü yanıltıcı bilgi çünkü tümü gerçekten; ifade özgürlüğü, toplantı özgürlüğü, hepsi.
Bakın, daha düne kadar beş yıl boyunca Cumartesi Anneleri toplantı yapamadılar ya, daha düne kadar. Şimdi sadece 12 kişiye izin verilmiş, 12 kişiye. "12 kişi burada duracaksınız." Barışçıl, dünyanın en büyük sivil itaatsizlik eylemi; beş yıl yapamadılar, davalar açıldı. Bakın, en temel özgürlüğü söylüyorum. Dolayısıyla buradan hareketle şunu söylüyorum: Anayasa istemeye hakkınız yok, ilk önce bu Anayasa'yı uygulayın. Ya, sizden çok daha önce bizler yani sosyalistler, solcular bu Anayasa'ya biz karşı çıktık, 12 Eylül Anayasası dedik.
Bakın, hatta ben dedim ki Baro Başkanıyken: Gelin, madde madde aynısını yazalım, siviller yazmış olsun. Ama vallahi, sizinle bu Anayasa'yı uygulamadığınız sürece nasıl oturup Anayasa konuşacağız?
Son olarak, Diyarbakır Barosundan benim de izlediğim talepler var, bunları size yazılı ileteceğim. Diyarbakır'da adliye yok, benim memleketim Kulp'ta binlerce dava var, 1950'den kalan prefabrik bir yerde adliye yani, hizmetler yürütülüyor. Diyarbakır Adliyesiyle ilgili sorunların giderilmesi lazım yani dolayısıyla bunların da yapılması lazım, bunları da söylemiş olayım meslektaşlarıma ve eski Diyarbakır Barosu Başkanı olarak da bunları söylemiş olayım.