Akademisyen ve yazar Vahap Coşkun,
HDP’nin Hasan Cemal ve
Cengiz Çandar’ı milletvekili adayı göstermesiyle ilgili eleştirileri ele alan bir yazı kaleme aldı. Serbestiyet’te yayımlanan yazıda Coşkun, Cemal ve Çandar gibi isimlerin kadroya alınmasının, HDP’nin merkeze oturma heves ve isteğinin bir yansıması olarak okunabileceğini belirtti.
Seçimleri Cumhur ve Millet ittifaklarından hangisi kazanırsa kazansın, Meclisin de son derece belirleyici bir konumda olacağını ifade eden Coşkun, “Eğer bu Meclis, beklendiği üzere hem hükümet sistemi değişikliğinin hem de Kürt meselesinin demokratik çözümünün tartışılacağı bir mekân olacaksa, HDP’nin Meclis grubunun hem nitelik hem de sembolik olarak güçlü isimlerden teşekkül etmesi hayati bir önem taşır. HDP kurmayları da herhalde bu niyetlerle Cemal ve Çandar’ın kapısını çalmışlardır” tespitinde bulundu.
Vahap Coşkun’un “Cemal ve Çandar meselesi” başlıklı yazısı şöyle:
Yeşil Sol Parti logosuyla gireceği seçimlerde HDP milletvekili adayları belli olmaya başladı. HDP, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’a da milletvekilliği adaylığı teklifi götürdü. İki isim de bu teklifi kabul etti. Cemal ve Çandar’ın HDP’nin aday listelerinde yer alacak olması, onları destekleyenler ve karşıt olanlar arasında harareti yüksek bir tartışmaya neden oldu.
HDP kamuoyuna bakıldığında, Cemal ve Çandar’a bakışları menfi olanların ileri sürdüğü iki argüman var:
İlk argüman, bu aktörlerin bugüne kadar HDP siyasi geleneği içerisinde herhangi bir rol almamış olmalarına dairdir. Buna göre; Cemal de Çandar da bu siyasi geleneğin dışında, ona yabancıdırlar. Hatta bazı durumlarda HDP’ye ve HDP ile aynı tabana oturan PKK’ye, kabul sınırlarının ötesinde, sert ve yıkıcı eleştirilerde bulunmuşlardır. İkisi de “Eski Türkiye”yi temsil ederler. “Yeni Türkiye” iddiasını taşıyan HDP’nin, böylesine eskimiş ve yıpranmış isimlere kendi içinde etkin bir pozisyon vermesi, ciddi bir tenakuza işaret eder.
İkinci argüman ise, HDP’nin daha fazla Kürdi bir ton taşıması gerektiğine dairdir. Buna göre de HDP, Türkiyelileşme siyaseti çerçevesinde yeterince yol kat etmiştir. Dahası, bu siyaset HDP’nin Kürdiliğini törpülemiştir. Türk soluna mütemadiyen toplumdaki karşılığıyla kıyaslanmayacak nispette bir temsil gücünün verilmesi, hem HDP’nin genel siyasetini yanlış bir eksene oturtmasına yol açmış hem de Kürdi kimliğini önemli ölçüde zaafa uğratmıştır.
Dolayısıyla yapılması gereken daha fazla Türkiyelileşmek değil, daha fazla Kürdileşmektir. Eğer HDP, Meclis grubunda kendi siyasi çizgisinin dışındakilere de yer verecekse, bunlar yeni Türk aktörler değil, yeni Kürt aktörler olmalıdır. HDP’nin yeni “Türk komiserlere” ihtiyacı yoktur, geçmişten bugüne Kürtlerin hak ve hukuk mücadelesini veren Kürtlere ihtiyacı vardır. Cemal ve Çandar tercihi, HDP’nin tarihten gerekli dersi çıkarmadığını, geçmişteki hatalarını ısrarla sürdüreceğini göstermektedir.
Affedilmez günah
HDP tabanı dışında Türkiye’deki solcu kesimler de Cemal ve Çandar’ın adaylığına yoğun tepki gösteriyor. Onların tepkilerinin kaynağında Cemal ve Çandar’ın bugününden ziyade dünü yatıyor; şimdi geldikleri noktayı değil, eski siyasi tutumlarını topa tutuyorlar. Her ikisinin de geçmişte AK Parti’nin kimi politikalarını desteklemiş olmaları ve bilhassa 2010 Anayasa referandumunda “Yetmez Ama Evet” hattında durmaları, bu kesimlerin nezdinde affedilmez bir günaha tekabül ediyor.
Cemal ve Çandar’ın adaylığına karşı getirilen bu eleştirilere karşı üç noktaya değinebilirim:
Bir: Bu iki ismin HDP’nin siyasi geleneğinin dışından gelmeleri, onların adaylığına karşı çıkmak için makul bir gerekçe değil. Partiler her zaman tabanlarını genişletmek için kendi dışındaki insanları içlerine katmaya çalışır. HDP geçmişte bunu yaptı, bu seçimde de farklı kesimlerden aday göstermesi doğal.
İki: HDP’nin Kürdi renginin koyulaşması talebi ile Türkiyelileşme siyaseti arasında mutlak bir karşıtlık yok. Gaye kapsayıcı bir siyaset oluşturmaksa, burada hem Kürt meselesini merkeze alanlar hem de Cemal ve Çandar gibi isimler bulunabilir.
Ve üç: Yetmez Ama Evet (YAE) nefreti, Türkiye solunun büyük bir kısmında marazi bir hali ifade ediyor. Anlaşılan o ki, bunun bir çaresi yok! YAE karşıtlığı üzerinden getirilen eleştiriler yerinde değil. Haklılığı haksızlığı bir yana -bana göre haksız bu arada- eğer geçmişteki siyasi tercihler tek kıstas olsaydı, hiç kimsenin hiç kimse ile bir arada durmaması icap ederdi. Oysa bu yeni seçim düzeni, ister istemez herkesi uzlaşmaya mecbur ediyor; o nedenle bırakın şahısları, asla bir araya gelmez denilen partiler bile el sıkışmak zorunda kalıyor. Sadece her daim ve her konuda kendileriyle aynı düşünceleri paylaşanlarla yürümek isteyenler, daralmaya ve küçülmeye mahkûm olurlar.
Merkeze oturma isteği ve hevesi
Cemal ve Çandar’ın adaylığına arka çıkanlar ise, ikisinin de Kürt meselesine vakıf olmalarına, Türkiye kamuoyundaki tanınırlık düzeylerine ve uluslararası ilişkilerinin güçlülüğüne vurgu yapıyorlar. Bahusus Çandar’ın bu bağlamda özel bir yeri var. Zira Celal Talabani ile özel dostluğu, Özal’ın yakınındaki bir isim olarak 1993’teki PKK’nin ilk ateşkesinde kritik bir rol üstlenmesi, uluslararası arenada Irak Kürtlerinin statüsünü kararlılıkla savunması ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile her daim güçlü bağlar kurması gibi hasletleri, Çandar’ın benimsenme ve kabul oranını yükseltiyor.
Şahsen, Cemal ve Çandar ile ayrıştığım kritik konular var. Bahusus, Türkiye için çok büyük bir fırsat olarak gördüğüm çözüm sürecinde, her iki ismin de müspet bir tutum takınmadıklarını ve sürecin olması gereken yönde derinleşmesine katkı sunmadıklarını düşünüyorum. Geçmişin muhasebesi her zaman yapılabilir ve burada farklı değerlendirmelere varılabilir. Lakin daha fazla önem arz eden gelecektir, gelecekte bu iki ismin HDP’ye katkısının olup olmayacağıdır.
Niyet ve amel
Meseleye bu açıdan baktığımda, HDP için öne çıkan iki unsur var:
Birincisi, HDP’nin merkeze oturma hevesi ve Türkiyelileşme siyasetidir. Zannımca bundan artık geri dönüş olmaz ve vazgeçilemez. Şartlara bağlı olarak içeriği muhakkak ki değişebilir ama ana eksen muhafaza edilir. Türkiyelileşme siyaseti iki yönlü olarak tahkim edilebilir: Bir yandan takip edilecek politikalarla, diğer yandan seçilecek aktörlerle. Gerek cumhurbaşkanlığı seçimindeki tavır ve gerek Cemal ve Çandar gibi isimlerin kadroya alınması, HDP’nin merkeze oturma heves ve isteğinin bir yansıması olarak okunabilir.
İkincisi, seçimleri Cumhur ve Millet ittifaklarından hangisi kazanırsa kazansın, Meclis de son derece belirleyici bir konumda olacak. Eğer bu Meclis, beklendiği üzere hem hükümet sistemi değişikliğinin hem de Kürt meselesinin demokratik çözümünün tartışılacağı bir mekân olacaksa, HDP’nin Meclis grubunun hem nitelik hem de sembolik olarak güçlü isimlerden teşekkül etmesi hayati bir önem taşır. İçte ve dışta tanınan etkili isimlerle donatılmış bir Meclis grubu, HDP’nin kendisinden beklenen işlevleri yerine getirmesine yardımcı olur. HDP kurmayları da herhalde bu niyetlerle Cemal ve Çandar’ın kapısını çalmışlardır.
Tabii, niyetler ile ameller ne kadar örtüşür, bugünden kestiremeyiz. Bekleyip, göreceğiz.