Diyarbakır’da bir araya gelen STK’lar 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası nedeniyle ortak basın açıklaması yaptı. Açıklamada, insan hakları ihlallerinin artışına dikkat çekilerek, “Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunun en büyük halkası olan Kürt Meselesi geniş katılımlı, toplumsal uzlaşı ve barış arzusuna dayanan bir çözüm sağlanmalı ve toplumun barış hakkı sağlanmalıdır” denildi.
YENİGÜN HABER - Diyarbakır’da İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu ve Diyarbakır Tabip Odası 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası nedeniyle Koşuyolu Parkı İnsan Hakları Anıtı önünde basın açıklaması yaptı.
Barış hakkını savunmaya devam ediyoruz
Adalet temelli yeni bir toplumsal sözleşmenin kurulması gerektiği vurgulanan açıklamada; “Bu ağır hak ihlalleri gerçeği karşısında çözüm yeniden bir barış sürecinin inşasıdır. Bu vesile ile insan hakları savunucuları olarak Kürt sorunun gerçek bir çatışma çözümü eksenli, demokratik müzakere ve diyalog mekanizmaları ile çözülmesi yönündeki çabamızda ısrar ediyor, barış hakkını savunmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunun en büyük halkası olan Kürt Meselesi geniş katılımlı, toplumsal uzlaşı ve barış arzusuna dayanan bir çözüm sağlanmalı ve toplumun barış hakkı sağlanmalıdır. Kürt meselesi, yalnızca Kürt halkının haklarının tanınması ve özgürlüklerinin korunmasının yanı sıra; Türkiye’deki tüm insanların doğrudan veya dolaylı sosyopolitik, kültürel, ekonomik ve birçok diğer temel hakkını da etkilemektedir. Bu sebeple toplumun tüm kesimleri tarafından da sahiplenilmeli, hak ve özgürlükleri tanıyan, adalet temelli yeni bir toplumsal sözleşme kurulmalıdır.”
Hasta mahpusların bırakılması istenen açıklamada; “Sağlık hakkı; en temel hak olan yaşama hakkının güvencesidir; bu hak kapsamında hasta kişilerin tedavi görmelerinin engellenmesi yaşam hakkına doğrudan müdahaledir. Mahpusların sağlık ve tedavi görme hakları ise, İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonunun 2021 yılı verilerine göre en az 604 ağır olmak üzere 1605 hasta mahpus bu haklardan yoksun şekilde hapishanede tutulmaktadır. Hasta mahpusların nitelikli sağlık hizmetine erişim hakları Devlet tarafında ihlal edilmekte ve hapishane süreci mahpuslar açısından sürekli bir işkenceye dönmektedir. Hasta mahpuslar hapishaneye konulma gerekçeleri ve yargılandıkları kanun maddelerine bakılmaksızın derhal serbest bırakılmalı; tedavileri bir an önce gerçekleştirilmelidir” denildi.
Cezasızlığın potansiyel failleri cesaretlendiriyor
İşkence ve kötü muamelenin temel bir insan hakkı ihlali olduğuna ve günümüzde çokça ve sistematik bir biçimde uygulandığına vurgu yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Özellikle gözaltı işlemi esnasında, eylem ve etkinliklere müdahale edilme aşamasında, yasadışı gözaltı işlemi ile ifade alınma, hapishanede çıplak arama gibi çeşitli işkence ve kötü muamele uygulamaları etkin soruşturulmamakta; failler caydırıcı bir yargı süreci ve cezalandırılmaya tabi olmamaktadır. Bu ise artık bir devlet politikası haline gelen cezasızlığın potansiyel failleri cesaretlendirmesine sebep olmaktadır. İşkence insanlığa karşı bir suçtur ve bu suçlarda zamanaşımı işlememektedir; Devlet tüm işkence faillerini etkin bir yargı sürecine tabi tutarak cezalandırmalı ve işkencenin önüne geçecek uygulamaları derhal devreye sokmalıdır.”
Hak savunucularının yıllardır sürdürdükleri hak mücadelesine sahip çıkılması gerektiği vurgulanan açıklamada; “Bir dönemin devlet politikası haline gelen gözaltında zorla kaybedilmeler ve faili meçhul cinayet vakaları gibi insanlığa karşı suçlar yönünden de geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleşmemiştir. Basına ve kamuoyuna yansıyan ve tekrardan gündeme gelen, uzun yıllardır biz insan hakları savunucularının dile getirdiği devlet yetkilileri eli ile işlenen ağır suçlara, insan hakları ihlallerine ilişkin açıklamalara ve beyanlara dikkat çekmek isteriz. Devlet, topluma ve kayıp yakınlarına olan özür borcunu en başta bu olayları aydınlatarak ve failleri cezalandırarak ödemelidir. Bu konuda kayıp yakınları ve hak savunucularının yıllardır kararlılıkla sürdürdüğü hak mücadelesi sahiplenilmeli, geçmişle yüzleşmenin sağlanması gerekmektedir” denildi.
‘AİHM kararları uygulansın’
Yargının siyasilere yönelik uygulamalarına ise açıklamada şöyle yer verildi: “Özellikle siyasi saiklerle yargılanan kişiler açısından yargı sürecinin kendisi bir cezalandırma aracı haline getirilmiş, iktidar açısından makul kabul edilmeyen kişiler hukuki dayanaktan yoksun iddianamelerle mahpus edilmiş ve artık sahte delil bile üretmeye gerek duymadan yıllarca hapis ve işkence uygulamaları dayatılmıştır. Adil yargılanma hakkı, aleyhe kanunların geriye yürümemesi, işkence yasağı gibi temel insan haklarının birçoğu ceza yargısı alanında kalmaktadır. Ancak günümüz Türkiye’sinde bunlar muhalifleri baskılamak için bir araç haline getirilmiştir. AİHM’in Demirtaş ve Kavala kararlarının gereği halen de uygulanmamıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Aralık 2021 tarihinde açıkladığı Türkiye ile ilgili karar ve tavsiyeleri mutlaka uygulanmalıdır. Hukukun üstünlüğünü esas alan, insanlık onurunun öncelendiği genel bir adil yargı mekanizması işletilmelidir.”
Kapatma davası reddedilmeli
HDP Çatısı altında siyaset yapan kişilerin serbest bırakılması istenen açıklamada “Kürt meselesinin legal siyaset bağlamındaki temel muhataplarından Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerindeki siyasi ve yargısal baskılar kaldırılmalı, siyasi faaliyette bulunma ve örgütlenme hakkının gereği olarak, HDP çatısında siyaset yaptığı için hapsedilen tüm kişiler serbest bırakılmalıdır. Özellikle Anayasa Mahkemesinin adeta Demokles’in kılıcı gibi her an kapatma kararı vereceği izleniminin giderilmesi adına mevcut kapatma davası reddedilmelidir. İnsanların kendilerini özgür hissetmedikleri bir ülkede siyasetin, halk iradesinin ülke yönetimine yansıma işlevinden uzaklaşarak bir grubun başka grupları yıldırmaya dönüşeceği açıktır, nitekim öyle de olmuştur. Bu sebeple HDP’nin siyaset alanının genişletilmesi yalnızca parti mensupları veya oy verenleri değil, aynı zamanda tüm vatandaşların siyasete katılma, yönetimde söz sahibi olma gibi temel demokratik ilkelerin gereğidir” denildi.
Ana dili temelli çok dilli eğitime geçilmelidir
Açıklamada anadil hakkının engellenmesinin psikolojik sorunlara yol açtığı belirtilerek, “Dil Hakkı, temel bir insan hakkıdır. İnsanların doğdukları veya sonradan edinmiş olsalar bile önceki nesillerden miras kalan dillerine sahip çıkma, onları yaşatma ve hayatın her alanında kullanma hakları engellenemez. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde de bir hak olarak tanımlanan anadilde eğitim hakkının engellenmesi ayrıca pedogojik ve psikolojik sorunlara yol açtığı da bilinmektedir. Çocukların eğitim hakkından tam olarak yararlanması için ana dili temelli çok dilli eğitime geçilmelidir. Devletin, tüm vatandaşların ve vatandaş olmayıp üzerinde yaşayanların temel sağlık hakkını güvence altına alması bir zorunluluktur. Ancak sağlık hakkına erişim; sağlık sisteminin serbest piyasa ve kapitalizme teslim edilmesi sonucu yalnızca ekonomik gücü bulunanların eriştiği özel bir hak haline gelmiştir. Özellikle son yıllarda ağır hastalıkların tedavisinde kullanılan birçok ilaç, sağlık sigortası kapsamından çıkarılmış ve insanların erişemeyecekleri hale gelmiştir. Oysa aksine; hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınması ve insanlar arasında sağlıklı yaşama hakkı bağlamında bir eşitlik sağlanması gerekmektedir” diye belirtildi.
Sağlık personellerine yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin önüne geçilmeli
Pandemi ve ekonomideki kötü gidişatta halkın yaşadığı sorunlara ilişkin ise şu değerlendirmelere yer verildi: “2020 Mart ayı ile beraber Türkiye’yi de sarsan COVID 19 pandemisi; Devletin sağlık politikaları sebebiyle daha vahim bir hal almıştır. Öncelikle, tedaviye erişim herkesin ulaşabileceği bir sisteme oturtulmalı; yeterli sayıda sağlık personeli istihdam edilmeli, mevcut sağlık personellerinin üzerindeki baskı ve orantısız iş yükü giderilmeli, sağlık personellerine yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin önüne geçilmelidir. Hastalar açısından ise; olası bir hastalığa yakalanma halinde, işlerinden yoksun kalma korkusunu besleyen uygulamalar engellenmeli, bu konuda Devlet iş hayatına olumlu müdahalelerde bulunarak ekonomik kayıplar giderilmelidir. Son yıllarda etkisini oldukça artıran ekonomik kriz hali, kişiler açısından en temel ihtiyaçların bile karşılanamayacağı bir seviyeye gelmiş; barınma, beslenme, sağlığa erişim insani koşulların altına düşmüştür ve ne yazık ki bu kötü gidişat yanlış ekonomi politikaları sebebiyle artarak devam etmektedir. En temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı bu ekonomik bunalım hali artan kalıcı işsizlikle beraber toplumsal bir travmaya dönüşmekte ve insanları derinden etkilemektedir. Devletin acilen makul, bilimsel, şeffaf ve ekonomi ilkelerine dayanan bir çözüm paketi ile bu ekonomik bunalımdan insanları koruması ve refah düzeyini insani koşullara çıkarması gerekmektedir.”
Korku iklimi etkisini giderek artırmıştır
İfade özgürlüğünü engelleyen uygulamalardan vazgeçilmesi gerektiğine vurgu yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “İfade özgürlüğü, diğer tüm hakların yanı sıra ayrıca bireysel olarak kişilerin fikirlerini açıklama hürriyeti kapsamında son derece önemlidir. Birey olmanın bir gereği olarak, kendi fikir ve görüşlerini açıklayan kişiler, diğer taraftan demokratik bir ülke olma gayesinin bir gereği olarak da korunmalıdır. Ancak özellikle Türk Ceza Kanununda düzenlenen Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu, iktidara muhalif neredeyse her görüşün cezalandırıldığı bir silaha dönüşmüştür. On binlerce insanın yargılandığı bu suç, ifade özgürlüğünün kullanılması önünde büyük bir engele dönüşmüş ve korku iklimi etkisini giderek artırmıştır. Bu ve benzeri kanun maddelerinin kapsamı daraltılmalı; ifade özgürlüğüne en gel tüm uygulamalara derhal son verilmelidir.”
Türkiye İstanbul Sözleşmesine tekrar taraf olmalı
Kadın cinayetleri artarak devam etmekte olduğuna dikkat çekilen açıklamada “Bu zorlukla günlük yaşamda devam ederken İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kabul edilemez bir geriye gidiştir. Türkiye İstanbul Sözleşmesine tekrar taraf olmalı ve Sözleşme doğrultusunda çıkarılan 6284 sayılı yasa etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Kadın cinayetlerinde ceza yargısının önleyici etkisi, failleri özendirir derecede işlevsiz hale getirilmemelidir. Hiçbir toplumsal norm, töre veya gelenek kadına yönelik şiddeti aklayamaz; namus cinayeti olarak adlandırılan ve kadın cinayetlerine adeta toplumsal bir kılıf olarak giydirilen cinayetler Devletin gücüyle önlenebilir, kamu gücü bu konuda üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmelidir. Kadınların iş yaşamına katılımları önündeki engeller kaldırılmalı ve cam tavan etkisi denen, kadınların iş yaşamında yükselmesi önündeki açıkça görünmeyen engeller kaldırılmalıdır. Ayrıca kadınların iş yerlerinde taciz boyutuna varan mobbingle karşılaştıkları birçok istatistik verisiyle tespit edilmiş bir durumdur. Bu kapsamda kadınların iş yaşamına katılımını teşvik edici girişimlerde bulunulmalı ve toplumsal cinsiyet eşitliği dikkate alınarak tekrar düzenlenmelidir” denildi. (HABER MERKEZİ)