‘Umudumun gerekçesi gördüğüm emareler’

İmralı heyeti üyesi ve Ankara eski Milletvekili Sırrı Sürreya Önder, 'çözüm umudunu koruduğunu' söyledi. Önder, "Çözüm umudu ille de öncekine benzer...

İmralı heyeti üyesi ve Ankara eski Milletvekili Sırrı Sürreya Önder, 'çözüm umudunu koruduğunu' söyledi. Önder, "Çözüm umudu ille de öncekine benzer bir masa ve yöntemi çağrıştırmamalı. O süreç niyet olarak tarihte iyi bir çaba olarak anılacaktır bu kesin. Ama yöntem olarak aynısının tekrarı olmayacaktır" dedi

DİYARBAKIR YENİGÜN - HDP’nin Ankara eski Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, yeni bir çözüm süreciyle ilgili beklentilerini anlattı. Önder, İmralı Cezaevi’nde bulunan Abdullah Öcalan’ın tutukluluk durumunu nasıl tanımladığını ve yeniden İmralı’ya gitmesi durumunda Öcalan’a neler anlatmak istediğini de söyledi. Önder’in Mezopotamya Ajansı’ndan Ferhat Çelik’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Pek çok kez İmralı Adası’na giderek, 21 yıldır burada tutulan Öcalan ile görüştünüz. Öcalan, tutukluluk durumunu nasıl tanımlıyor veya anlamlandırıyordu?

Öncelikle kendi durumunu “tutsaklık” vb. kategorilerle adlandırmazdı. Tam da toplumsal barış için harcadığı çabanın temeli buydu sanırım. “Fiziksel engeller”, “İmralı Sistemi” gibi adlandırmaları hep olageldi ama bunların kendisini engellemeyeceğini sadece toplumsal barışı geciktireceğini söylerdi. Tutsaklık, onun literatüründe düşünememe, yoğunlaşamama ve üretememe durumlarına verilen bir addı. Oysa şahidiz ki her anı ülkenin, bölgenin ve barışın geleceğine dair yoğunlaşmayla geçiyor.

‘İKTİDAR VARLIĞINI İKİ OLGUNUN YOKLUĞU ÜZERİNE İNŞA ETTİ’

8 yıl aradan sonra Öcalan’ın avukatları 2019 yılında kendisiyle 5 defa görüşebildi. Bu görüşmelerde içinden geçilen süreçte ‘derin bir toplumsal uzlaşmaya’ ihtiyaç olduğunu belirten Öcalan’ın söz ettiği ‘toplumsal uzlaşı’ nasıl sağlanabilir?

Bu ancak ve ancak barış ve demokrasinin toplumsal bir talep haline gelmesiyle sağlanabilir. İktidar-devlet sistemleri bugüne kadarki varlıklarını bu iki olgunun yokluğu üzerine inşa ettiler. Çatışmalı süreçleri, demokrasisiz, dolayısıyla hukuksuz bir yönetme şekline temel mazeret haline getirdiler. Ülke ve bölge gerçekleri manipülasyondan uzak, özgürce ve tüm boyutlarıyla tartışılabilirse gerçek ayrılıkların ne olduğu ve çerçevesi net bir şekilde ortaya çıkar. Ayrılıkların ne olduğunun tartışılamadığı koşullarda uzlaşmaların ne olacağı doğaldır ki belirlenemez.

‘GELECEKSİZ BİR YÖNETME ŞEKLİNİ TEMEL ALMIŞ DURUMDALAR’

Öcalan mesajlarında, ‘İmralı duruşu’na vurgu yapıyor ve 2013 Nevroz Bildirgesi’nde belirtilen ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığında olduğunun altını çiziyor. Öcalan ‘İmralı duruşu’ derken, neyi kastediyor? İmralı duruşuna karşın Ankara’nın duruşunda nasıl bir psikoloji hakim?

İmralı duruşu, barışa dönük ciddi, kararlı ve perspektif geliştirici bir çabanın adıydı. Kişisel kaygılar ya da beklentiler içermeyen, talep ve tartışmalarda geleceği önceleyen ve bundan kaynaklı yüksek bir özgüven içeren bir pratiğin cisim bulmuş haliydi. Son görüşmelerdeki belirlemelere baktığımızda bu duruşun yükselerek devam ettiğini görüyoruz. Buna karşın Ankara demeyelim de statüko ve yaratılan hegemonik sistem ise, İmralı’da geliştirilen ve kavramsallaştırılan olguları tartışmayı bırakın anlama çabası içine bile girmeyen bir psikolojide. Kurdukları paradigmanın yerle bir olmasıyla sonuçlanacak bir sürece hazırlıklı değiller. Yukarıda bahsettiğim zorlayıcı bir toplumsal barış talebi de olmayınca körlemesine ve geleceksiz bir yönetme şeklini temel almış durumdalar.

‘HİÇBİR DENKLEMİN ÖMRÜ 24 SAAT SÜRMÜYOR’

Öcalan, 2013 Nevroz Bildirgesi’nin üzerinden çatışmalı 7 yıl geçmesine rağmen hâlâ aynı çizgide olduğunu ifade ediyor. Siz de geçtiğimiz günlerde 2012 yılındaki kadar çözüm umudunuzu taşıdığınızı söylediniz. Bu umudun emareleri neler?

Aslolan içinden geçmekte olduğumuz gerçekliktir. Muhataplık bu gerçekliğin içerisinde şekillenir, şekillenecektir. Dolayısıyla bu belirleme ışığında baktığımızda şunu görüyoruz: Yangın yerine dönmüş bir bölge ve uluslararası emperyal güçlerin kendi iç çatışmalarını ihraç ettikleri bir kan deryası. Bunların sonucu da yoksullaşan, canına, geleceğine, ekmeği ve onuruna kastedilen tüm bölge halkları. Peki egemenler bunu nasıl sağlayabiliyorlar? Halkları ve inançları birbirine düşmanlaştırarak. Bölgenin mazlumları, çatışma ve savaştan bir çıkarı olmayan ve üstelik bütün bedeli kendisi ödeyen halkları, yan yana durmayı, iradesiz ve zorba tahakkümcü geçmişi değil, barışçıl ve demokratik bir geleceğin inşasını konuşmaya başladıklarında her şey değişecektir. Benim umutlu olmam da buna dair gördüğüm emareler önemli bir yer tutmaktadır. İki emperyal güçten birine yaslanarak geliştirilen hiçbir denklemin ömrü 24 saat sürmüyor. Çözüm umudu ille de öncekine benzer bir masa ve yöntemi çağrıştırmamalı. O süreç “niyet” olarak tarihte iyi bir çaba olarak anılacaktır bu kesin. Ama yöntem olarak aynısının tekrarı olmayacaktır. Bu akla ve tarihe aykırıdır.

Yarın İmralı’ya gitme şansına kavuşsanız Öcalan ile ne konuşurdunuz? Son görüşmenizden bugüne yaşananlar hakkında nasıl bir çıkarım yapardınız?

Sağlığını sorarak başlardım konuşmaya ve kendi yetmezliklerimizle eksik kaldığımız yerlerin bir envanterini anlatırdım öncelikle. Sonrasında sürecin kendisine dönük özgürlük ve güvenlik koşulları sağlanmadan yürütülemediğini, herkesin anlamış olması gerektiğini ve bunun dışındaki konuşmaların havanda su dövmekten ibaret olacağını belirterek bitirirdim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Genel Haberleri