24-25-26. Dönem Diyarbakır Milletvekili Yazar Altan Tan, "Eski Anayasa, harabe bir binanın her gün farklı bir yerini tamir etmeye benziyor. Onun için Türkiye'nin sıfırdan yeni bir anayasaya ihtiyacı var” dedi
DİYARBAKIR YENİGÜN - 12 Eylül 1980 darbesinin ardından Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde gördüğü işkencelerden dolayı babası vefat eden 24-25-26. Dönem Diyarbakır Milletvekili Yazar Altan Tan, İLKHA'ya konuştu. Babasının ölümü ve o süreçten sonra başlatılan hukuk mücadelesini anlatan Tan, 80 darbesinin ABD desteğiyle yapıldığına dikkat çekti. Türkiye'nin halen darbe anayasasıyla yöneltildiğine işaret eden Tan, toplumun tüm kesiminin ve siyasi partilerin mevcut anayasaya karşı olmasına rağmen kapsamlı bir anayasa çalışmasının yapılmadığını belirtti. Yeni anayasanın nasıl olması gerektiği hususunda önerilerde bulunan Tan, ileride olası darbelerin önüne geçmek için toplum ve yönetimdekilerin yapması gerekenleri sıraladı. Darbe sürecinden önce toplum içerisinde oluşturulan kaos ortamına dikkat çeken Tan, o günden bu yana darbeye ilişkin birtakım soruların yenilenelerek tekrarlandığını belirtti. Tan, “Darbe neydi, kim yaptı, nasıl oldu, daha önce ülke hangi şartlara sokuldu? Bu sorular 40 yıldır yazılıp çiziliyor. Kısaca belirtmek gerekirse Türkiye 1973'ten itibaren sağ-sol kutuplaşmasının içine sokuldu. Bunun yanı sıra Alevi ile Sünnilerin birlikte yaşadıkları Sivas, Erzincan, Elâzığ, Kahramanmaraş ve Çorum gibi illerde Alevi-Sünni çatışması şeklinde planlandı. Bugünden geriye baktığımızda bir derin organizasyonun ve siyasetin planlaması olduğunu görüyoruz” dedi.
‘1980 darbesini ABD desteğiyle yaptılar’
Tan, "Ülke öyle bir noktaya geldi ki kardeş kardeşe düşman, aynı mahallede ikamet eden sağcı-solcu veya Alevi-Sünni çatıştırıldı ve günlük ortalama 8-10 vatandaşımızın hayatını kaybettiği bir sürece girdi. Bu süreçte siyasetin derin operasyonlarını bilmeyenler büyük bir şaşkınlık içerisine girerek 'Yok mu bir kurtarıcı' arayışına girdiler. Nitekim söyletilmek istenen söz de buydu. O dönemde özellikle ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerin desteğiyle Kenan Evren ve arkadaşları darbe yaptılar” ifadelerini kullandı Darbeye zemin hazırlayan yapıların belli mihrakların güdümünde hareket ettiklerinin sonradan anlaşıldığına vurgu yapan Tan, "Yapılan darbe sonrasında çok sayıda Kürt milliyetçisi, sol, sosyalist ile demokrat insanların üzerine gidildi ve on binlerce insan cezaevine konuldu. 12 Eylül darbesinin yapıldığı gün sağ ve sol grupların yüzbinlerce militanı olmasına rağmen tek bir patpat tabancası bile patlamadı. Nitekim sonraki yıllarda bu yapıların da kontrollü, belli mihrakların güdümünde oldukları ve 'Dur' denilince durdukları anlaşıldı” şeklinde konuştu.
‘Dava açmamızın en önemli sebebi yapılan zulmü dünyaya duyurmaktı’
Babasının ölümü ve o süreçten sonra başlatılan hukuk mücadelesini anlatan Tan, "İşte o dönemde iş adamı olan babam da arkadaşlarıyla beraber bir soruşturmayla alakalı olarak gözaltına alındı ve 49 gün içerisinde gördüğü işkenceler sonucunda öldü. Babamla aynı dosyadan yargılanan diğer arkadaşları da beraat etti. O dönemde yani 14 Temmuz 1982'de üniversiteyi bitireli bir veya 2 ay olmuştu. Ciddi bir hukuk mücadelesi vermeye çalıştım." diye belirtti. Başlattığı hukuk mücadelesinin asıl amacına da değinen Tan, "Babamın çıkarılan otopsi raporunda işkence tabiri kullanılmamış olsa dahi aldığı darbeler sonucu öldüğü belirtilmişti. Otopsi raporunun bu şekilde hazırlanmış olması, bizim mücadelemiz ve Turgut Özal'ın gelmesiyle ortamın biraz yumuşamasıyla hukuk imkanının ortaya çıkmasından sonra cezaevindeki suçların tümü Gümüşhane nüfusuna kayıtlı Adnan Gündüz isminde bir askerin üzerine yıkıldı. Bu şahsa 6 senenin üzerinde bir ceza verildi. Bu olayın en önemli kısmı ise; babamın dosyası 12 Eylül Diyarbakır zindanında tespit edilen işkence ve faillerinin ceza gördüğü ilk davaydı. Bizim amacımız ise sembolik de olsa faillerin cezalandırılmasını sağlamak ve en önemlisi oradaki olayları dünyaya duyurmaktı." dedi.
‘Bu topraklarda ne yaşandığını gelecek nesillerin bilmesi lazım’
Şu an ki mevcut mahkemelerden maddi netice konusunda bir beklentisinin olmadığına vurgu yapan Tan, "Çünkü faillerin çoğu ölmüş. Ama manevi olarak tarihe bir not düşmesi açısından rütbelerinin geri alınması ve kamuoyu nezdinde mahkûm edilmelerini bekliyorum." diye konuştu. O dönemde en büyük zulüm ve işkencelere ev sahipliği yapan Diyarbakır E Tipi Cezaevinin niteliğinin değiştirilerek müzeye dönüştürülmesini istediğini dile getiren Tan, "Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi (Diyarbakır E Tipi Cezaevi) insanlık müzesi haline getirilmelidir fikrini savunuyorum. Bazı kesimler eski defterlerin kapatılıp yeni sayfalar açılması gerektiğini düşünüyorlar. Bunlara katılıyorum fakat geçmişi yok kabul ederek beyaz bir şekilde açılamaz. Bu topraklarda ne yaşandığını ve nelerin olduğunu nesillerin bilmesi lazım. Onun için bu tür hadiseler yaşamış tüm toplumların soykırım ve işkence müzeleri var. Bunlar bir tür toplumsal hafızadır ve bunun kaybolmaması lazım. Onun için geçmişin, tarihin bilinmesi ve o mazlum ve mağdurlara hürmeten cezaevinin bir insanlık müzesi haline getirilmesi; yapılan, edilen ve de yaşananların orada sergilenmesi lazım." ifadelerini kullandı.
‘Cezaeviler çözüm değil’
Günümüz şartlarında özellikle yeni cezaevlerinin yapılmasını eleştiren Tan, bunun çözüm olmadığına dikkat çekerek bazı önerilerde bulundu.Tan, "Cezaevi sayılarının, mahkumların, suç işleme oranlarının artması hayra alamet değildir. Çünkü bir toplum ya düzelmeye ya da bozulmaya doğru gider. Bizler iyileşmeye gitmediğimiz gibi mevcut durumumuzu da muhafaza edemiyoruz. Şu anda adli suç ve suçlu oranlarımızın yanında siyasi suçlularımızın da artması toplumun çürümesi, bozulması veya sorunun olduğu anlamına gelmektedir. Bunun çaresi; cezaevleri arttırmak, dolduğu vakit kısmi aflar çıkararak boşaltmak değildir. Çözüm; adli suçlarda toplumu ahlaken ve hukuken düzeltmeye yönelik mesai harcamaktır. Siyasi meselelerde de suç unsuru denilen olayları azaltmaya çalışılması gerekir." şeklinde konuştu. Darbeyi; "iktidarı en kestirme şekilde ele geçirme" olarak tanımlayan Tan, dış etkenli darbe yöntemlerine işaret ederek, "Bütün büyük devletler, belirledikleri ülkelerde kendi istedikleri doğrultuda bir iktidar ister veya destekler. Devletler, elinden geldiği sürece asker veya darbe yöntemiyle işgal etmeden bir partiyi destekleyerek yönetimi ele geçirmeye çalışır. Netice alamaması durumunda darbe devreye girer ve ordu aracılığıyla ülke siyasetine müdahale gerçekleşir. Bu dış mihraklı darbedir. İç mihraklı darbe ise, ülke içinde yönetime gelmek isteyip de demokratik aşamaları geçemeyenlerin orduya sızarak güç elde etmesi ve müdahalede bulunmasıdır” diye belirtti.
‘Ordular küresel güçlerin kontrolüne girmiş durumda’
Türkiye'nin siyasi geçmişinde darbe geleneği olduğunu hatırlatan Tan, "Ordu hiçbir zaman halkla barışmadı. Bunu daha önce dile getirdiğimizde 'devlete veya orduya hakaret' suçundan dava açılıyordu. O zaman söylediğimizin yüz mislini şu anda AK Parti hükümeti orduya yönelik yaptığı tasfiye operasyonları ile söylüyor. Şu 20'nci yüzyılda Türkiye ordusunun uzunca bir müddettir NATO ordusu haline gelmesi gibi, ordular küresel güçlerin kontrolünde oldu. Yani esas sorun orduların Milli olmamalarıdır ve zamanla olan yapılarının bozulmasıdır." ifadelerini kullandı.
‘15 Temmuz bilincinin arttırılması lazım’
Darbe geleneğinin sonlandırılması için devlet yönetiminin uygulaması gereken yöntemleri aktaran Tan, "Devlet yönetiminin demokratikleşmesi, kurumların yerli yerine oturması, polis veya zabıta gibi birimlerin daha da güçlendirilmesi, tüm silahın tek bir kurumun elinde olmaması ve bu kurumun her an hesap verebilir, denetlenebilir veya değiştirilebilir bir konumda olması lazım. Aynı şekilde halkın da devletini, iktidarını ve hükümetini seven bir noktaya gelmesi gerekir. Yani 15 Temmuz bilincinin arttırılması lazım” dedi.
‘Tüm toplumu kuşatan yeni bir anayasa lazım’
Türkiye'nin acilen "yeni, demokratik ve toplumun tüm kesimleriyle uzlaşan" bir anayasaya ihtiyaç olduğunu belirten Tan, "Bu ne kadar ertelenirse oluşan yaranın iyileşmesi daha da gecikecek ve hatta ağırlaşarak daha kötü bir noktaya gelecektir. Acilen yeni bir anayasanın yapılması lazım. Bu anayasanın insan hakları, Avrupa Birliği, Kopenhag, Ankara gibi uluslararası kriterlerde olması gerekir. Toplumun bütün rahatsız kesimlerinin en azından altına imza atabilecekleri bir orta yolun yakalanması lazım." şeklinde konuştu. Günümüz anayasası üzerinde zaman zaman yapılan değişikleri eski bir binadaki tadilata benzeten Tan, şunları söyledi:
"Yeni bir anayasanın olmamasının sebebi eski anayasa üzerinde onlarca kez değişikliklerin yapılmasındandır. Eski anayasa üzerinde her seferinde bir maddesi veya fıkrasının değiştirilmesi harabe bir binanın her gün farklı bir yerini tamir etmeye benziyor. İşte o bina bir türlü yaşanabilir hale gelemiyor. Onun için Türkiye'nin sıfırdan yeni, kısa, net ve anlaşılabilir bir anayasaya ihtiyacı var. Burada da enteresan bir durum ortaya çıkıyor ki; özellikle ulusalcı, milliyetçi ve laik çevreler anayasanın ilk 4 veya bir takım başka maddelere dokunulmaması konusunda ısrar ediyorlar. Böyle olunca ortaya çıkan yine mevcut anayasa oluyor." (İLKHA)