Diyarbakır Yenişehir ilçesinin Ofis semtinde 10 yıldır düzenli bir şekilde her akşam buluşan 7-8 kişilik kadın grubu ile yapmış olduğumuz sohbetin ikinci bölümünde kadınlar, eski Diyarbakır’ın kalmadığına dem vurarak; “Diyarbakır’ın adı var, tadı yok” diyorlar
Remziye ÇELİK/Yenigün Özel
DİYARBAKIR YENİGÜN - Günümüzün ‘nimet’i olarak söz edilen teknolojinin gelişmesi ile insan yaşantısı başka bir boyut aldı. Telefon, televizyon, internet gibi araçların artması ile telgraf, radyo ve hatta tiyatro gibi geleneksel olan birçok şey zamanla unutuldu. Tekdüze yaşantı ile insanlar aynı zamanda arkadaşlık, dostluk gibi öneli kavramları da önemsememeye başladı. Kentlerde yaşamlarını sürdüren insanlar ise bu yaşama hızlı bir şekilde adapte olmaya başladı. Komşuluk, düzenli yapılan buluşmalar bir bir unutulur oldu. Bu tektip yaşama inat kentin popüler buluşma mekanlarının olduğu Diyarbakır Sanat/Cafeler Sokağında bir grup kadın 10 yılı aşkın zamandır her akşam düzenli olarak bir araya geliyor. Yaşları 70-80 arası olan kadınlar, tekdüze yaşama inat her akşam bir araya gelip, “eskileri” yad ediyor. Sohbetin kah tatlı atışmalar, kah ise eski anılara gittiği bu kadın grubu belki de görülecek son örnek. Kadın grubu bir yandan da gençlerin hakim olduğu sokağa farklı bir hava katıyorlar. 7-8 kişilik kadın grubu ile yaptığımız sohbetin ikinci bölümünde Diyarbakırlı Azize Teyze ve aslen Mardinli olan Edibe Gürcüm ile konuştuk. Eskileri gazetemize anlatan Diyarbakırlı Azize Teyze; “Diyarbakır’ın adı kalmış, tadı kalmamış. İnsanlığı kalmamış. Görgü, medeniyet yok. Saygı- sevgi bitti. Ama Diyarbakır’ın adı var” diyor.
“Diyarbakır’ın adı var tadı yok”
16 yaşındayken evlendirildiğini ve Diyarbakır’ın eski güzelliklerini kaybettiğini vurgulayan Azize Teyze: “Diyarbakır’ın adı kalmış, tadı kalmamış. İnsanlığı kalmamış. Görgü, medeniyet yok. Saygı- sevgi bitti. Ama Diyarbakır’ın adı var. İki tane büyük dut ağacı vardı avlumuzda. Annem erken kalkar semaveri yakar çay koyardı. Komşuların yapağı işi neredeyse annem tamamlardı. Bunun üzerine annem de ablama, ‘Kızım bunlar genç. Çocukları var gece yatmıyorlar. Ben namaz kılıyorum sonra yapıyorum. Semaveri demler Ayşe Hanım, Remziye Hanım, Gülten Hanım, Ayten Hanım gelin çay içek, kahvaltı edek ağacın altında” diye ifade ediyor.
“Erkeklerin bahtı (güvenilirlik) yoktur”
Babasının eşini sevmesine rağmen iki evlilik yaptığını ve erkeklerin sadakatli olmadığını söyleyen Azize Teyze; “Babam Rusya’ya seferberliğe katıldığı zaman annemden önceki eşi varmış. Ben ikinci eşindenim. Babam seferberliğe gittiği zaman çocuğu olmamış Xace imiş adı. Üvey annem babamı beklemiş askerden dönene kadar. O kadar çok seviyormuş ki ardından yas tutmuş, karalar bağlamış. Askerden gelene kadar. Babam dönüyor daha sonra. Erkeklerin bahtı yoktur, bak babamdır; canımdır, ciğerimdir. Neyse askerden döndükten sonra annesine ‘anne ben evleneceğim.’annesi niye diye sorduğunda, ‘diyor Xace’den çocuğum yok. Bir çocuğum olsun.’ Bunun üzerine annesi banyoya gider. Eskiden Diyarbakır’da kızları banyoda beğenirlerdi. Ya da gezmeye gider, beğenirlerdi. Kızlar dışarıda gezmediği için böyleydi. Annem de Urfa kapısında küçük bir hamam var, oraya gidiyor. Benim babaannem de orada beğeniyor annemi. Sonra babama, ‘oğlum Mehmet! Ben bir kız görmüşüm, Hüseyin efendinin torunu Hasan’ın kızıdır. Çok güzel. Babam uzun boylu imiş annemin boyu pek uzun değilmiş. Babam nasıl biri deyince annem de valla oğlum bilmiyorum onlar Lalebey’de biz de Urfa Kapısı’nda oturuyormuşuz. Ondan sonra kader oluyor. Geliyorlar annemi istiyorlar. Anneannem veriyor annemi, evleniyorlar. Annem ondan hamile kalıyor çocuğuna birkaç ay bakıyor. Ölüyor çocuğu. Bu şekilde annemin 7 çocuğu ölüyor. 7’inci çocuktan sonra ablam oluyor. Sonra işte biz doğuyoruz. Annem eşine Paşa diye hitap edermiş.Babam Diyarbakır’ın yerlisidir. Köken olarak da buralıdır. Babam seferberliğe gitmiş. Yedi sene Rusların içinde esir kalmış. Diyarbakır’daki tek leblebicisiymiş babam. Leblebici Mehmet derlerdi. Sonra Mardin’den başka yerlerden geldi leblebici sayısı arttı. O şekilde yaşadık. Hatırlıyorum evimiz avluluydu. Sabahları annem erken kalkar tulumbadan su çeker atların önüne dökerdi. Kapının eşiğini de yıkardı. Ablam da anneme kızar’ sen hizmetçi misin? diye kızardı” diye konuşuyor.
“Telefon yoktu, radyo ve gramofon vardı”
Komşuluk ilişkilerinin bittiğini ve teknoloji ile radyo gibi birçok güzel şeyden mahrum edildiğimizi söyleyen Azize Teyze şöyle bitiriyor; “Eskiden komşuluk vardı. Şimdi kimse kimseyi tanımıyor. Diyarbakır’da kapı önüne oturma geleneği yok. Dışarıdan gelenlerde var belki. Annem mantosunu giyerdi ki kimse tanımazsın dışarıda. Evlerde buluşurduk. Ertesi gün için ya da sonraki hafta için bir araya gelmek için buluştukları evde sözlenirlerdi. Çünkü telefon yoktu. Gramofonumuz vardı. Radyo falan yoktu. Beni istemeye geldiklerinde babam, ‘Kızımı köylüyü vermem. Köylüye kız verilir mi? Bir de şöyle derdi; ‘Şehre gelen gül başına. Köye giden kül başına.’ Hayat şimdi daha kolay. Komşuluk vardı. Kayınvalide bir yere giderken gelinini komşuya emanet ederdi. Bu senin evladındır derdi. O komşu, o çocuğa bakmak için çırpınırdı. Şimdi ise komşuluk kalmadı ki. Herkes birbirini arkasından konuşur. Arkasına bırak artık yüzüne yüzüne söylüyor. (Kendi de bana teşekkür edip, dua ediyor. Vedalaşıyoruz.)
“Camdan arkadaşlık”
Aslen Mardinli olan Edibe Gürcüm ise sohbeti yaptığım son kadın. Anlattıkları ile bizi eskilere götürüyor. Gürcüm, “40 senedir bu muhitte oturuyorum. Batman’dan buraya ilk geldiğimizde Diyarbakır muntazam bir memleketti. Fırıncılarından hamamcısına, Gazi Köşkü’nden tutun Balıkçılara her yer çok güzeldi. Şimdi ne tat kaldı ne de insanlık kaldı. Hele insanlar öyle değişik ki. Ramazan ayı başlar başlamaz birinci gün birbirimize giderdik. Bayram olsun, birimizin taziyesi olsun bunlar es geçilmezdi. Şu an ise komşu seni gördüğü yerde yüzünü çeviriyor. Eskiden bir evde buluşur; kahvemizi içer, kahvaltı yapardık. Yemek pişirdiysek az bile olsa paylaşırdık. Şimdi öyle şeyler kalmadı. Beyim amcamın oğluydu. 13 yaşındaydım evlendiğimde. Ben gelin olarak Batman’a gittim. Bu apartmanda 40 sene kaldım, çok şey değişti. En başta da insanlar. Herkes buz gibi. Dedikodu arttı, arkadaşlıklar kalmadı. Şimdiki arkadaşlık sadece camdan arkadaşlık. Sanat sokağı olduktan sonra bir yerde otururken arkadaşlarla tanıştık. Onlar yanıma geldi. Teker başladık, çoğaldık sonra. Arkadaşlığımız güzel ve hoş. Kışın telefonlaşır evlerde buluşuruz. Şimdi evler ısındı diye dışarıda akşamüstü görüşmeye başlıyoruz” diyor.
Bu arada oturmaktan bahsederken'‘belediyeye sözünüz geçiyor mu’ diye soruyor; Yeni başkana söyleyin. Bu sokağa biraz baksınlar. Selçuk Bey kadınlar için bir yer yapsın. Özel bir yer olsun. Gençler/erkekler için oturma yeri çok zaten. Görüyorsunuz her yer onlar için uygun. Öyle bir yer olsun ki, kışın kapama özelliği olan yazın da açılabilsin. Mevsimin olumsuz şartlarına uygun yani. Özellikle yaşlı bireyler için. Belediye’nin gözetiminde ve ücretsiz olsun. Bu düşünce bu sene aklıma geldi. Başkanı görme imkanım oldu. Kendim de söyledim. O da ‘Biraz zaman geçsin bu talebinizi gerçekleştirmeye çalışırım’ dedi.” ifadelerini kullanıyor.