2021 yılında adli yardım bürolarına 1813 kadının başvuruda bulunduğunu kaydede Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden Avukat Asya Cemre Işık, bunların büyük bir çoğunluğunun boşanma davası açma talebi olduğunu söyledi. Kadına yönelik hak ihlalleri ile şiddetin her yıl arttığını vurgulayan Işık, “Bizler kadın hak ve özgürlükleri için mücadeleyi yaşamımızda canlı tutuyoruz. Çünkü sürekli hak ihlalleri ile muhatap oluyor ve bunun giderilmesi için hukuki sorumluluk üstleniyoruz” dedi
Vecdi Erbay / Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, Türkiye'de 2021 yılında 280 kadın öldürüldü, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. Kadın cinayetleri 2022 yılında da bitmedi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2022 Ocak ayında erkekler tarafından 26 kadının öldürüldüğünü, 28 kadının şüpheli şekilde ölü bulunduğunu açıkladı. İçişleri Bakanlığı ise Twitter hesabından 2022 yılı ocak ve şubat aylarında 36 kadının öldürüldüğünü duyurdu. Cinayetleri rakamlarla vermek bile ağır geliyor ancak kadın cinayetleri Türkiye’nin bir gerçeği. Bu gerçeği değiştirmek için kadın kurumları yıl boyunca mücadele ediyor. Ama bu mücadeleyi boşa çıkaracak gelişmeler de yaşanıyor. Mesela hükümet, İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekerek aslında kadın mücadelesine ket vurmuş oluyor.
[caption id="attachment_108440" align="alignnone" width="605"]
‘Cezasızlık pratiği sorunu derinleştiriyor’
Bu olumsuz gelişmelere rağmen kadınların hayatın her alanında önlerine çıkan engellere karşı mücadelesi devam ediyor. Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi de mağdur duruma düşürülmüş kadınların hukuki haklarını savunmak için çalışmalarını sürdürüyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken konuştuğumuz Avukat Asya Cemre Işık, 2021 yılında adli yardım bürolarına 1813 kadının başvuruda bulunduğunu kaydetti. Işık’ın söylediğine göre bunların büyük bir çoğunluğu boşanma davası açma talepli başvurular. Ancak başvuruda bulunanların yüzde 90’ının bir de şiddet öyküsü var. Kadınlara dönük hak ihlalleri ve şiddetin artmasının birçok nedeni olduğunu vurgulayan Işık, hükümetin kadına yönelik şiddete karşı etkili politikalar yürütmemesi, kadın örgütleri ile işbirliği yapmaması ve yargının şiddet faili erkeklere yönelik cezasızlık pratiğinin sorunu derinleştirdiğine dikkat çekti. Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden Asya Cemre Işık ile kadınlara yönelik hak ihlalleri ve bunun nasıl önlenebileceği üzerine konuştuk.
‘Mücadeleyi canlı tutuyoruz’
8 Mart’ta bütün kesimler kadınların haklarını hatırlıyor sanki. Bu hatırlama durumunun bir güne sığdırılmış olmasını nasıl yorumlarsınız?
Birçok anma ve kutlama gününde olduğu gibi 8 Mart için de aynı durum söz konusu. Çoğu siyasi parti, sivil toplum örgütü, kamu kuruluşları ve medya için durumun böyle olduğunu söylemek mümkün. Fakat biz kadınlar cephesinde durum farklı. Bizler her gün kadın hak ve özgürlükleri için mücadeleyi yaşamımızda canlı tutuyoruz. Çünkü sürekli hak ihlalleri ile muhatap oluyor ve bunun giderilmesi için hukuki sorumluluk üstleniyoruz. Bunun yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için farkındalık çalışmaları yürüyor, kadın hakları bilincinin tüm topluma yerleşmesi için çaba harcıyoruz.
Kadınlar ve hak savunucuları “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyor ancak Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’ne yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz kadın örgütlerinin gerçekten de en çok dikkat çektiği yer “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” ifadesidir. Çünkü İstanbul Sözleşmesi esasında, kadına yönelik şiddetle mücadelede taraf devletler için bir yol haritası, bir çerçeve çiziyor ve şiddetle mücadelede temel standartları belirliyor. Kadın mücadelesinin en önemli kazanımlarından biri bu sözleşmedir. Kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığı yönündeki tespit çok önemli. 2011 yılında sözleşmeyi ilk ve çekincesiz imzalayan hükümet, aradan 10 yıl geçtikten sonra tek gecede bir erkeğin imzası ile sözleşmeden çekilme ilanı aslında kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarından da geri dönme iradesinin ilanıdır. Devletin kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki sorumluluğu üstünden atmasıdır. Bugün hukuka aykırı bir şekilde dahi olsa bu sözleşmeden dönülmüş olması hükümetin mücadele konusundaki isteksizliğini açıkça gözler önüne sermektedir.
‘İhlaller ve şiddet her yıl artıyor’
2021 yılında kadınların maruz kaldığı hak ihlallerinde artış yaşandı diyebilir miyiz? Öyleyse, bunun temel nedeni nedir sizce?
Kadınların maruz kaldığı hak ihlallerinin arttığını ve derinleşen ekonomik kriz ile birlikte katmerleştiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar İçişleri Bakanlığı resmi verilerinde 2021 yılında kadın cinayetlerinin azaldığına ilişkin tespitler yapılmış olsa da biz bu verilerin sağlıklı olmadığını çok iyi biliyoruz. Zira kadına yönelik eziyet suçunu oluşturan sistematik erkek şiddetinin verisi işlenmiyor. Yine resmi makamlara yansımayan yahut “münferit” diye geçiştirilen hak ihlallerinin daha çok olduğunu çalışmalarımızdan biliyoruz. Alanda çalışan birçok sivil toplum örgütünün tuttuğu şiddet çeteleleri var. Bu çetelelerde kadınlara dönük hak ihlallerin her yıl daha da arttığını söyleyebiliriz. Kadınlara dönük hak ihlalleri ve şiddetin artmasının birçok nedeni var elbette. Ancak kanaatimce en temel nedenler, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik ve bundan kaynaklı kadınların maruz kaldığı ayrımcılık başat rol oynuyor. Yine hükümetin kadına yönelik şiddete karşı etkili politikalar yürütmemesi, kadın örgütleri ile işbirliği yapmaması ve yargının şiddet faili erkeklere yönelik cezasızlık pratiği sorunu derinleştirmektedir. Tam da bu yüzden şiddete maruz kalan kadını, başvurusunu yaptığı andan itibaren şiddet döngüsünden alıp çıkarabilecek, kadının şiddet gördüğü ortama dönmek zorunda kalmasına sebep olmayacak koruyucu politikalar geliştirilirse, kadınlar güçlendirilirse ve akabinde şiddet failleri etkili soruşturma ve kovuşturmalarla yargılanıp cezalandırılırsa kadınların şiddete maruz kalma ihtimalleri azalacaktır.
“Hepsinin bir şiddet öyküsü var”
Merkezinize yıl içinde hak ihlaline uğradığı için kaç kadın başvuruda bulundu?
Biz merkez olarak başvurularımızı Diyarbakır Barosu Adli Yardım Bürosu’nda bulunan nöbetçi avukatlarımız aracılığıyla alıyoruz. Bu başvurular çoğu zaman boşanma, velayet, nafaka talepleri olarak geliyor. Bunun dışında şiddete maruz kalmış kadınlar da bu büro aracığıyla ceza dosyalarının takibi için bize başvuru yapıyor ve merkezimize üye gönüllü avukatlar arasından avukat görevlendirmesi yapıyoruz. 2021 yılında adli yardım büromuza 1813 başvuru yapılmış durumda. Bunların büyük bir çoğunluğu boşanma davası açma talepli başvurular. Başvurucuların yüzde 90’ının şiddet öyküsü var ne yazık ki. Maruz kaldıkları şiddet nedeniyle yargısal yolları kullanmak isteyen kadınların dosyalarını merkez olarak takip ediyoruz. Hâlihazırda 150’yi aşkın kadının maruz kaldığı suçlar nedeniyle ceza dava dosyalarını gönüllü takip ediyoruz. Merkezimize üye kadın avukatların duyarlılığı ve emeği olmazsa, bir kurumun bu kadar dosyayı gönüllü takip etmesi mümkün değil gerçekten.
Diyarbakır ve bölgedeki kadınlar daha çok hangi mağduriyet şikayetiyle size başvuruyor?
Aslında bu konuda yapılmış birçok araştırmaya göre kadına yönelik hak ihlallerinde bölgesel farklılıkların olmadığıdır. Özellikle ev içi şiddet ve yakın ilişki içinde yaşanan şiddet Türkiye’nin her yerinde benzer şekilde yaşandığını söyleyebilirim. Fakat Kürt kadınlarının Kürt kimliğinden kaynaklı, mülteci kadınların yine dezavantajlı durumlarından kaynaklı daha fazla şiddete maruz kaldığı da biliyoruz. Bunun yanı sıra özellikle Koronavirüs ve ekonomik kriz nedeniyle kadınların daha yük sırtlandıkları ve söndürüldüğü de yapılan araştırmalara yansımış durumda. Bizlere yapılan başvurularda da aynı durum söz konusu.
“Etkili, orantılı, caydırıcı cezalar verilmeli”
Yargıya taşınan olaylarda mahkemelerin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kimi olaylarda mahkemenin faile yönelik ceza indirimine gitmesi tepkilere neden oluyor. Bu tutumla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ne yazık ki bu gibi durumlara çokça tanık oluyoruz. Faillere dönük bu cezasızlık politikasının aslında iki taraflı yansıması olduğunu söyleyebiliriz. Failler bakımından cezasızlık politikası güçlendirici, cesaret verici bir etki gösteriyor şüphesiz. Yargının cezasızlık pratiğini ve caydırıcı cezalar verilmediğini gören şiddet failleri kadınlara “Seni öldürürsem ne olacak, en kötü birkaç sene yatar çıkarım” demekten çekinmiyor. Ve bu zırhın verdiği motivasyonla kadınlara şiddet uygulama konusunda gözleri daha çok dönebiliyor. Bu pratiğin şiddete maruz kalanlar yönünden yansıması ise bizim en çok tıkandığımız nokta oluyor. Şiddete maruz kalan çoğu kadın, failler hakkında etkili ve caydırıcı cezalar verilmeyeceğine inandıkları İçin şikâyetçi dahi olmaktan imtina ediyor. Çünkü sabah kendisini katletmeye çalıştığı için şikayet ettiği erkeğin, akşam elini kolunu sallayarak sokakta gezeceğini düşünen kadın, adalete inancını yitiriyor ve şikayet etmekten de vazgeçiyor. Bu nedenle kadınlar çoğu zaman içine düştüğü şiddet sarmalından da kurtulamıyor. Şüphesiz, kadına yönelik şiddetin gerçekten son bulması isteniyorsa yapılması gereken en temel şeylerden biri de takım elbise, kravat indirimlerinden vazgeçilmesi ve caydırıcı cezaların verilmesidir. Sadece cinayet dosyalarında ceza vermek yetmez. Eziyete dönüşen sistematik şiddet dosyalarında da etkili, orantılı ve caydırıcı cezalar verilmeli.
“Yükümlülükler yerine getirilmeli”
Toplumun kadın hakları konusunda bilinçlenmesi ve haklar konusunda ikna edilmesi için siyaset kurumunun, medyanın ve diğer kurumların yükümlülüklerini yerine getirdiğini söylemek mümkün mü?
Elbette ki siyasi partiler içinden ve alternatif medya kuruluşları içinden bu konuda çaba harcayan insanlar bulunuyor. Ancak genel olarak bu konuda toplumun bilinçlenmesine yetecek düzeyde politikalar ne yazık ki yok. Bu denli köklü ve insanlığın yarısı olan biz kadınların tamamını ilgilendiren hak ihlalleri meselesine daha çok yönelmek ve çözüm üretmek gerektiğini düşünüyorum. Biz kadınlar toplumun yarısını oluşturuyorken ve sürekli bu tehdit ile yaşıyorken buna köklü bir çözüm getirilmemesi, muhatapların yok sayılması kadınları korumasız bırakıyor. Bu da devletin kurumları ve aktörlerinin yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklanıyor.