YENİGÜN HABER - Diyarbakır'da Hediye Gündüz, 34 yıl önce doğum sancıları nedeni ile başkasının karnesini kullanarak Dağkapı Devlet Hastanesine giriş yaptı. 7-8 gün burada kalan ve ikiz çocuk dünyaya getiren Gündüz için oda arkadaşı Gündüz'ün anne ve babasına evlatları ve torunlarının hayatını kaybettiğini bildirdi. Aile Gündüz'ün cenazesini isterken, kızlarını hastanenin ikinci katında yatarken buldu. Okuma yazması olmayan Gündüz'ün ailesi kızlarını alıp, yeni doğan bebeklerinin durumunu sormadan ve almadan hastaneden ayrıldı. Yıllar içinde yaptıkları girişimlerle bir sonuç alamayan Gündüz ailesi, evlatlarına, kardeşlerine ulaşmak istiyor.
''Herkese tuhaf gelebilir ama sormadan çıkmışlar''
Hediye Gündüz'ün oğlu Abdurrahman Gündüz, 1991'in Mayıs ayında o dönem 7 veya 8 yaşında olduğunu, kardeşlerinin hepsinin küçük olduğunu söyledi. O dönem annesinin doğumla ilgili hastalandığını belirten Gündüz, "Babam o dönem 70 yaşlarında. Maddi durum son derece düşük, okuma yazmaya bilmeyen bir aile. Annemin Dağkapı Devlet Hastanesinde 7-8 gün yattığını biliyoruz. O dönem komşumuzun kızı bakıyordu. Bu kızın adıyla annemin hastaneye girişi yapıldı. Maddi durumdan kaynaklı bize yardımcı olmuşlar. Annem o şekilde tedavisini olabiliyordu. Çünkü o dönem sağlık karnesi olmayan bir insanın tedavi olması pek mümkün değildi. 7 veya 8'inci günün akşamında eve geldiler. Bir 15-20 dakika sonra annem şunu dedi. ‘Biz çocukları niye getirmedik.' Ve herkes birbirine çocukları niye getirmedik diye sordu. O konu öyle kaldı" dedi.
Babası ve anneannesinin doğumun gerçekleştiği günün sabahında annesinin yatış yaptığı odaya ziyaret amacıyla gittiğini kaydeden Gündüz, "Bakıyorlar ki annem yatağında değil. Anneannem soruyor kızım nerede? O oda da başka bir kadın diyor, ‘Dün akşam kızının iki çocuğu oldu. Ama kızın öldü.' Kızının öldüğünü duyan nenem üzülüyor doğal olarak. O durumu babama da başta izah etmeden başlıyorlar o odalara bakmaya. Anneme başka bir katta, odada rast geliyorlar. Herkese tuhaf gelen bir konudur, bana da çok tuhaf geliyor. 70 yaşında okuma yazma bilmeyen yoksul bir baba ve o şekilde okuma yazması olmayan her şeyden bir haber tek başına hastanede doğum yapan bir kadının düşünün. Başkasının adına giriş yapmış, kimi kimsesi pek yok. Babamla nenem annemi alıp getiriyorlar. Hastaneden de kimse sormuyor. Gidip bebeklerimiz nerede, sağ mı, öldü mü onu da sormuyorlar. Bu böyle kaldı. Hepimiz küçüğüz. En büyüğü benim. 5 erkek, 2 kız kardeşiz. O dönemin şartlarına göre bu durum böyle gerçekleşti" diye konuştu.
''Yıllar sonra tanımadığımız biri köye gelip, babamı rüyasında gördüğünü söyledi''
Sonrasında bazı şaibeli tuhaf durumların gerçekleştiğine dikkat çeken Gündüz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Yaşadığımız Tepe Mahallesi'ne tanımadığımız biri annemin doğumundan birkaç yıl sonra babamı tanımak için geldiğini duydum. Aynı zamanda bir eğitimciyim, okulumuzda çalışan birinden duydum. Dedi ki, ‘Adam geldi babanı sordu. Hacı Şükrü kimdir? Evi nerede görmek istiyorum.' Vatandaşımız buna diyor ki bu adamı niye soruyorsun? Diyor ki, ‘Kendisini rüyamda görüyorum. Mersin'den gelmişim. Çok mübarek bir insandır, bu zatı tanımak istiyorum.' Bu şekil bir girişimle ailemizi gelip tanımış. Hatta o dönemi hatırlıyorum. Bu vatandaş bize bir tane de keçi hediye etmişti. Çünkü o keçiyle bayağı bir arkadaşlık kurmuştum."
"Aile olarak hatamız eksiğimiz var"
Kardeşlerinin doğum yaptığı günün net tarihini yaklaşık 10 sene önce öğrendiğini aktaran Gündüz, "Kimin adına giriş yaptığını da biliyoruz. Bu bilgilere Diyarbakır'da hastaneye gittim. Arşiv bölümüne gidip durumu oradaki yetkiliye izah ettim. Bu çocuklar ölüler mi, neredeler, varsa bir yurda mı verildi. Bir kurumdan şüphelenmiyoruz da. Bizim de aile olarak hatamız eksiğimiz zamanında bizimkilerin sormamış olması. Burada üç ihtimal var. Bu çocuklar doğdu, ölmüş olabilirler. Bu çocuklar doğdu, kimsesi sormayınca devletimiz tarafından koruma altına alınmış olabilirler. Üçüncü ihtimali düşünmek istemiyorum ama en çok kafamızı kemiren konu da bu. Birileri tarafından bu çocuklar biri veya birilerine mi verildi. Bu soruların aydınlığa çıkarılmasını talep ediyoruz. Sonuçta ortada bir anne var, kardeşler var. Bu sorularla bu şekil bir hayat yaşamak istemiyoruz. Annem beni, bizi her gördüğünde yaklaşık 34 yıl üstünden geçmesine rağmen genel olarak konumuz budur. Hukuki olarak arşiv bölümündeki memur arkadaşa sormuştum. Haklı olarak kişi gelmeyince bilgi paylaşılmayacağını söyledi. Arşiv bölümünden aşağı indim ismini hatırlayamadığım başhekim yardımcısı yazıyordu odasının kapısında. Durumu kendisine anlattım, dinledi. Dönüp bana dedi ki, ‘hocam bu anlattığınız şeyler, yaşanmamış şeyler değil' dedi. Dedi ki, savcılığa gideceksiniz. Suç duyurusu veya araştırma talep edeceksiniz. Bu şekilde bu işin sonucuna varırsınız. O dönem Bismil adliyesine geldim. Bir savcı beyle ayaküstü koridorda konuştuk. Durumu bu şekil kendisine de izah ettim. O dönem tahminimce doğumun üzerinden 25 yıl geçmişti. Dedi ki, ‘anlattığınız şey zaman aşımına uğramış husustur, bu dosyaya bakmak' dedi. Ve o gün bana da bazı kapılar kapandı."