YENİGÜN HABER – Diyarbakır Eğitim Sen 1 No’lu şube kadın sekreteri Arzu Koç okunan açıklamada, okullarda yaşanan sorunlara dikkat çekildi.
Anadilde eğitimden, öğrencilerin beslenme sorununa kadar birçok soruna değinilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Türkiye’de eğitim sistemi ile ilgili sorunlar her sene olduğu gibi bu sene de milyonlarca öğrenciyi, aileyi ve eğitim emekçiyi olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de eğitim kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılıp özelleştirilmeye ve dinselleştirilmeye çalışılmakta; cinsiyetçi ideolojilere dair eğitim politikaları üretilmektedir.
Uzun süredir eğitim sisteminde ve okullarda siyasal iktidarın ideolojik hedefleri doğrultusunda yoğunlaştırılmış din dersleri verilirken öğrenciler bilimsel eğitimden uzaklaştırılmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, iktidar güdümündeki dini vakıf ve derneklerle yapmış olduğu protokollerin sonuçları ülkenin dört bir yanında yaşanan örneklerle ortaya çıkmaya başlamış, çeşitli illerde doğrudan laik eğitimi hedef alan uygulamalar yaşanmıştır”
Eğitim Sen’in sürekli olarak bütün kademelerde eğitimin niteliğini yükseltilmesi, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi için somut adımlar atılması gerektiğini vurguladığını hatırlatan Koç, “Ancak MEB, bugüne kadar yaptığı gibi, din ve inanç alanı gibi son derece hassas bir konuda okullarımızı Diyanetin, dini dernek ve vakıfların temel faaliyet alanları haline getirmiştir. Mecliste 2024 MEB bütçesi görüşmeleri sırasında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in ‘tarikat ve cemaatlerle protokol yapmaya devam edeceğiz’ sözleri yıllardır eğitim sisteminde yaşanan ‘dinselleşme’ uygulamalarının bakanlık politikası olduğunun itirafı olmuştur” dedi.
ÖĞRENCİLERİN BESLENEME SORUNU
Hükümetin “neoliberal politikalar ekseninde dizayn edilen kamusal yaşamın öğrencileri ve eğitim emekçilerini yoksulluğa sürükleyerek onları adeta sorunlar yumağının içine hapsettiği” belirtilen Arzu Koç, “Eğitim emekçilerinin aldığı ücretin yoksulluk sınırı altında kalması barınma ve ulaşım koşullarını zorlaştırmakta; onları insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmenin fırsatlarından alı koymaktadır. Sermeyedarların bir gecede vergi affı ile borçları silinirken, eğitim emekçilerinin dahil edildiği vergi oranları arttırılarak aldıkları üç kuruşa da göz dikilmektedir. Seyyanen zam ve ek ders ödemeleri taban maaşa yansıtılmadığı için birçok eğitim emekçisi emekli olmak zorlaşmıştı. Eğitim emekçilerinin yaşadığı ekonomik sıkıntıların yanı sıra toplumdaki yoksulluğun eğitim süreçlerine doğrudan yansımasını gözlemleyebiliyoruz. Öğrencilerimiz yeterince beslenemiyor. Bu durum öğrencilerin gelişimini etkilemekle beraber akademik başarılarına da doğrudan etki ediyor. Bu anlamda ‘her çocuğa bir öğün sağlıklı yemek ve su’ talebimizi buradan yineliyoruz” ifadelerini kullandı.
“ANADİLDE EĞİTİM HAKKI YAŞAMSAL DERECEDE ÖNEMLİDİR”
Anadilde eğitim talebine vurgu yapan Arzu Koç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Anadili Türkçe olmayan çocuklar eğitim sistemi içerisinde dezavantajlı konumda olmaya devam ettiler. Ulus devlet anlayışının temelinde yatan tek dilci anlayış eğitimin ideolojik bir aygıt olarak kullanımını güçlendirerek heterojen toplumların anadilinde kamusal hizmet almalarını engellemektedir. Anadilinde eğitim alamamak, bir yandan akademik becerileri ve başarıyı çocuğun yaşına ve gelişim dönemine uygun düzeyde yakalamasını güçleştirirken, özellikle ergenlik döneminde sadece dil ve ifade becerilerinde değil, duygusal ve sosyal gelişim süreçlerinde de olumsuz yansımalar yaratmaktadır. Eğitim bilimi açısından bakılacak olursa bir bireyin anadilini okul yaşamına katmamak, çocukların sağlıklı düşünmesinin ve yetişmesinin okul dışında bırakılması ve okul çağına kadar yaşadıkları, yaptıkları dilsel faaliyetin yok sayılması demektir. Eğitim makbul yurttaşlar yaratmanın bir aracı değildir.
Anadilinde eğitim hakkı ertelenemez ve yaşamsal derecede önemlidir. Siyasi görüşü, etnik kimliği, dini inancı, mezhebi, hatta yaşam tarzı açısından iktidarın belirlediği sınırlar içinde olmayan ya da davranmayan herkes, her kurum OHAL sürecinden beri hedef haline getirilmiş ve birçok eğitim emekçisi işinden edilmiştir. Masa başında siyasi intikam hırsıyla alınan kararlar ve idari tasarruflarla işimizi elimizden alan, geleceğimizi karartmaya çalışanlara karşı en güçlü yanıtı, birlik ve dayanışmamızı büyüterek verdik ve vermeye devam edeceğiz. Sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi yürüttüğü için açığa alınan, ihraç edilen yönetici ve üyelerimiz de ‘suçlu’ değil, sendikalı ve örgütlü olmanın gereğini yerine getiren kamu emekçileri mücadelesinin onurudur. İhraç üyelerimizin bir kısmına OHAL komisyonu kararı, bir kısmına ise mahkeme kararı ile işleri iade edilmiştir. Red alan ihraç arkadaşlarımızın ise hukuk mücadelesi devam etmekte ve bizler inanıyoruz ki elbet bir gün bütün haklı kesimler gibi arkadaşlarımız da kazanacaktır.”
Kentte 10 bin eğitim emekçisinin davacı olduğuna değinin Koç, Diyarbakır’da yaklaşık 10 bin eğitim emekçisinin artırımlı hizmet puanlarıyla ilgili açtıkları davanın mağduriyetini yaşadıklarını kaydetti.
MESEM PROGRAMIYLA ÖĞRENCİLER 4 GÜN İŞE, 1 GÜN OKULA GİDİYOR
Mesleki Eğitim Merkezi’nin (MESEM) adeta çocuk işçi çalıştıran ve çocuk emeğini sömüren yerlere dönüştüğünü ifade eden Koç, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın meslek liselerinde uygulamaya soktuğu Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programıyla öğrenciler 4 gün işe, 1 gün okula gidiyor. Çocuk işçiliğin yaygınlaştığı, işverenlere ucuz işgücü desteği sağlandığı, çocukların okuldan koptuğu program için MEB çocuklar üzerinden döner sermayedeki artışa dikkat çekmektedir. Öğrencilerimizi güvencesiz çalışma koşullarına mahkum eden politikalar onların yaşamını sonlandırmaktadır” diye konuştu.
KILIK-KIYAFET SORUNU
Kılık kıyafet konusunda yaşanan sorunlara dikkat çeken Koç, “Eğitime dair sorun yumağı katlanarak devam ederken, MEB bakanı öğretmenlere önlük dağıtarak sorunları görmezden gelmiştir. Sendikamız, ‘beyaz önlük’ uygulamasına tek tip kıyafet dayatması nedeniyle karşı çıkarken, uygulama ilk gündeme geldiğinde özellikle kadın öğretmenlere yönelik olarak okul yönetimlerinin ‘bu nasıl kıyafet’ deyip önlük giymeyi dayatabilecekleri uyarısı yapmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı’nın da okul idarecilerinin de öğretmelerin ne giyip ne giymeyeceğine karışma hakkı yoktur” dedi.
“OKULLARIN YÜZDE 87’SİNDE SINIFLAR KALABALIK”
Eğitim öğretim sürecini etkileyen unsurlardan birinin de okulların fiziki koşulları olduğunu belirten Arzu Koç, “Az kalabalık sınıflar öğrenciye daha fazla alan tanıdığı için bilişsel, sosyal ve psikolojik gelişimini olumlu etkilemektedir. Dolayısıyla kalabalık sınıfların olduğu okullarda bu durum tam tersi bir şekilde gelişmektedir. Okulların sayıca yetersizliği ve öğretmen atamasının yeterli düzeyde yapılmaması Diyarbakır’da da sınıfların kalabalık olmasına neden olmaktadır. Kalabalık olmayan sınıf sayısı 20 ve altı ile ifade edildiğini dikkate alırsak, ilimizdeki okulların yüzde 87’sinde sınıflar kalabalıktır değerlendirmesinde bulunabiliriz” ifadelerini kullandı.
Eğitim araç ve gereçlerinde yaşanan eksikliklere dair de Koç, şu ifadeleri kullandı:
“Eğitim emekçilerinin sadece yüzde 10,9’u okullarını araç gereç yönünden yeterli bulurken, yüzde 50,8 kısmen yeterli bulmakta ve yüzde 38,3’ü yeterli bulmamaktadır. Okulların araç gereç, donanım bakımından eksik olması eğitime ayrılan bütçenin yüzde 3 olması ile sıkı ilişkilidir. Kalabalık sınıflar sorunu, okulların fiziksel koşullarının iyileştirilmemesi, ihtiyaç duyulan araç ve gereçlerin karşılanmaması Diyarbakır’daki çocukların eğitimde fırsat eşitliği hakkından faydalanmasını engellemektedir. Diyarbakır’da çalışan eğitim emekçilerinin yüzde 4’ü okullarında hiç yardımcı personel olmadığını, yüzde 56’sı ise 1 ila 3 arasında yardımcı personel olduğunu ifade etmiştir. Oysa ki sınıf mevcutlarının kalabalık olduğu okullarda ve köy okullarında yeterli sayıda yardımcı personelin olmaması öğrencilerin hijyen, ısınma, beslenme vb. durumlarının risk altında olduğunu ortaya koymaktadır.”
DEPREMLERİN EĞİTİME ETKİSİ
Yaşanan depremlerin eğitim sistemine etkileri ise Eğitim Sen raporunda şöyle dile getirildi:
“Türkiye’nin deprem bölgesinde yer alıyor olması, binlerce öğrenci ve eğitim emekçisinin bir arada olduğu okulları deprem dayanıklı hale getirilmesini öncelikli hale getirmektedir. 6 Şubat Maraş merkezli depremler kentimizi de etkilemiş, birçok yapı deprem sırasında yıkılmış ve ağır hasarlı olan yapıların yıkımı ise depremin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen devam etmektedir. Kentimizdeki okullar ise depremden etkilenen yapıların başında gelmektedir; eğitim emekçilerinin bir kısmı okullarında deprem sırasında çatlaklar meydana geldiğini, bir kısmı okullarının ağır hasar aldığını, bir kısmı ise okulda hasar olmadığını fakat okulun etrafında çok fazla hasarlı yapı olduğunu, bir kısmı ise okullarının az ve orta hasarlı olduğunu belirtmiştir. Ağır hasarlı olan okulların yıkılması ile ilkokul, ortaokul ve lise kademeleri bir binada birleştirilmiş ve depremin okullara verdiği zarar en basit yolla telafi edilmeye çalışılmıştır. Bakanlığın deprem bölgesindeki iller için özel okullarda okuyan öğrencilere teşvik vereceğine dair yayımladığı tebliğ aslında sorumluluğunu yerine getirmediğinin, okulların tadilatının yapılmadığının, yeni kamu okullarının açılmadığının ve bakanlığın sorumluluğunu özel sektöre bir kez daha devrettiğinin kanıtıdır. Kentimizde hala okulların zemin etüdünün yapılmaması, hasar alan okulların güçlendirme çalışmalarının yapılmaması ve okulların yüzde 40’ından büyük bir bölümünün 2007 yılında yürürlüğe giren deprem yönetmeliğinden önce yapılması olası bir deprem karşısında öğrencilerimizi ve eğitim emekçilerini dezavantajlı hale getirmektedir.”
EĞİTİMDE MOBBİNG
Eğitim ortamında yaşanan mobbinge değinen Koç, “Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kurumsallaşmasını mobbing ile alakalı yaptığımız çalışma üzerinden de okuyabilmekteyiz. Kadınların yüzde 34’ü kamusal alanda mobbinge uğradığını belirtirken, erkeklerin yüzde 50’si mobbinge uğramadığını belirtmiştir. Mobbing ve cinsiyet arasında ilişkisel bir bağ mevcuttur. Kadınlar çalışma hayatında çalışan kimliğinin ötesinde kadın kimliğinden kaynaklı şiddete, tacize, baskıya maruz kalmaktadır. Performans yerine cinsiyete dayalı yaklaşım kadınları kamusal alan içerisinde dezavantajlı hale getirirken, erkek çalışanlara avantaj sağlamaktadır. ILO 190 sayılı sözleşmenin imzalanması ve iş yerlerinde etkin uygulanması ve kamusal alanlarda mobbingi önleyecek tedbirlerin alınması çalışma yaşamında karşılaşılan şiddeti önleyebilecektir” dedi.
Koç, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Siyasal iktidar, ülkenin ve eğitimin sorunlarına yönelik kalıcı çözümler üretmek yerine, farklı inançlar, cinsiyetler, mezhepler ve kimliklere yönelik aşağılayıcı, baskıcı, dışlayıcı ve dayatmacı bir tutum izlemektedir. Eğitim Sen Amed şubeleri olarak siyasal iktidara ve uzantısı olan kurumsal yapılanmalara eğitim sisteminin eğitim emekçileri ve öğrencileri gözeten yerden dizayn etmeleri gerektiğine dair çağrımızı yineliyoruz. Siyasal iktidar ve MEB eğitimi araçsal olarak kullanmaktan vazgeçip, öğrencilerin, eğitim emekçilerinin, velilerin sorunlarını eğitimin bütün bileşenleriyle birlikte çözmelidir.”