Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi'nde, 24 Eylül 1996 tarihinde 10 tutuklunun sopa ve demir çubuklarla dövülerek öldürülmesi ve 24 tutuklunun yaralanmasına ilişkin görülen dava cezasızlıkla sonuçlandı. Aralarında asker, polis, gardiyan, cezaevi doktoru ve müdürünün bulunduğu 89 sanıklı dava, usul ve esas yönündeki eksiklikler nedeniyle iki kez Yargıtay’dan geri döndü. Bozma kararının ardından yeniden görülen davada, Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2019’da, sanıkların zaman aşımından düşmesine karar verdi.
MLSA’dan Deniz Tekin’in haberine göre, mağdur avukatları, yerel mahkemenin kararının hukuka aykırı olduğunu belirterek temyize gitti. Bazı sanık avukatları ise zamanaşımı yerine beraat kararı verilmesi gerektiğini savunarak itiraz etti.
Yargıtay: Mahkemenin değerlendirmesinde hata yok
Temyiz incelemesini dört yılda tamamlayan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin düşme kararını oy çokluğuyla onadı. Kararda, yerel mahkemenin sanıkların maktullere karşı gerçekleştirdiği eylemleri tanımlarken kullandığı suç maddesi ve hukuki değerlendirmelerinde bir hata bulunmadığı vurgulandı. Ayrıca, 2014 yılında beraat eden yedi kamu görevlisi sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasının “hukuki değerden yoksun” olduğu kaydedildi.
Bir sanık hakkında hüküm verildi
Sanıklardan Muhammed Özdil'in 2005 yılında ölmesine ilişkin ise Yargıtay, bu sanık yönünden dosyanın bozulmasına ve yerel mahkemeye gönderilmesine karar verdi. Kararda, ölüm sebebiyle davanın düşürülmesinin gerip gerektirmediği değerlendirilmesinin hukuki bir zorunluluk olduğu kaydedildi.
Yargıtay’ın bu kararıyla, 88 sanık hakkında açılan davada verilen düşme kararı kesinleşmiş oldu.
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 2023 yılında görülen davada Muhammed Özdil’in öldüğüne dair tespitler gerekçesiyle kamu davasının düşürülmesine karar verdi.
Karşı Oy Gerekçesi: Sanıkların lehine olan yasa maddesi uygulanmalı
Oy çokluğuyla alınan karara muhalif kalan Yargıtay üyesi, mahkemenin sanıkların eylemlerinin görevleri gereği mi yapıldığı ve hukuka uygun hareket edip etmediklerinin detaylı incelenmesi gerektiğini belirtti. Sanıkların bu eylemlerinin hukuka uygun olduğunun tespit edilmesi halinde beraat kararı verilmesi gerektiğini savundu. Eğer sanıkların görev sınırlarını aştığı tespit edilirse, lehlerine olan kanun hükümlerine göre ceza verilmesi gerektiğini, müdahalenin "kastı aşan adam öldürme" olarak değerlendirilip zamanaşımı kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etti.
Ne Olmuştu?
Diyarbakır Cezaevi'nde 1996 yılında, gardiyan ve askerlerin tutuklulara saldırması sonucu 10 tutuklu hayatını kaybetmiş, 24 tutuklu yaralanmıştı. Katliamda yaşamını yitirenler arasında Erkan Hakan Perişan, Cemal Çam, Hakkı Tekin, Ahmet Çelik, Edip Dilekçi, Mehmet Nimet Çakmak, Rıdvan Bulut, Mehmet Kadri Gümüş, Kadri Demir, Mehmet Arslan ve Hakkı Tekin bulunuyordu. Cezaevine yapılan operasyon, "cezaevi nakillerine karşı başlatılan isyanı bastırmak" gerekçesiyle yapılmıştı.
Olay sonrası asker, polis, gardiyan, cezaevi doktoru ve müdürünün de aralarında bulunduğu toplam 72 sanık hakkında açılan dava 2007 yılında sonuçlanmış; 62 sanık "kastın aşılması suretiyle birden fazla kişiyi öldürmek" ve "görevi kötüye kullanmak" suçlarından 5'er yıl hapis cezası ve 3'er yıl kamu hizmetinden men cezasına çarptırılmıştı. 3 sanık beraat ederken, 7 sanık hakkında zaman aşımına uğradığına hükmedilmişti.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, eksik soruşturma yapıldığı gerekçesiyle 2007’de kararı bozarak dosyayı yerel mahkemeye göndermişti. Olaylarda ağır yaralanan ve daha sonra hayatını kaybeden Kadir Demir'in tedavi edilmeden Antep Cezaevi'ne sevk edilmesi nedeniyle haklarında dava açılan 17 kamu görevlisinin dosyası da bu davayla birleştirilerek sanık sayısı 89'a yükselmişti. 2014 yılında sonuçlanan davada Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi, 62 sanığa 5 yıl hapis cezası verirken, 20 sanık hakkında beraat kararı vermişti. Mahkeme, 7 sanık hakkındaki suçlamaları zaman aşımı nedeniyle düşürdü.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 2016 yılında bir kez daha kararı bozdu ve 89 sanık hakkında açılan davanın zaman aşımından düşürülmesine karar verdi.
Mağdur avukatları, davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin yaşam hakkını güvence altına alan 2'nci ve işkence ile kötü muameleyi yasaklayan 3'üncü maddesinin ihlal edildiğine karar vererek, Türkiye'yi 2010 yılında 798 bin Euro tazminata mahkum etti.