Diyarbakır Çayönü’ndeki arkeolojik kazılar devam ediyor. Kazı başkanı Prof. Dr. Aslı Erim Özdoğan, bu yıl yapılan kazılarda sandık tipi 3 mezarın bulunduğunu söyledi
Avlunun girişinde genç bir adam siyah taşlı toprağı eliyordu. Görüntü şaşırtıcı değildi çünkü kimi filmlerden hafızamıza kazınmıştır arkeologların çalışma koşulları. Ve nedense hep çadırlarda uyuduklarını kabul etmişizdir. "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Aslında öylesine, muhabbete giriş olsun diye sorulmuş bir soruydu bu. Genç adam bu soruyla her gün karşılaşıyor olmalıydı, gayet sakin, "Mezar toprağı eliyorum" dedi. O, hem benim sorduğum soruya hem de yaptığı işe alışıktı. Nihayetinde arkeoloji okuyordu ve bu yıl Diyarbakır'da bulunsn Ergani Çayönü’ndeki kazı çalışmasına katılmıştı. Ancak ben, alelade bir soruya verilen böyle bir cevapla her gün karşılaşmıyordum. Şaşırmış ve mezar kelimesinden dolayı ürkmüştüm biraz ama yine de iyi toparlandım. Orada fazla oyalanmadan, "Kolay gelsin" diyerek avluya geçtim.
Bir aşkın evi
Ev ve avlu dediğime bakmayın, esasından birkaç yapının ortasındaki alana avlu diyorum. Yapılar, kullanılan malzemeden mimariye kadar bölgedeki evlere benzemiyor. Meğerse ev, dünyaca prestijli mimarlık ödülleri sahibi Nail Çakırhan tarafından 1970-1972 yıllarında tasarlanıp yapılmış. 'Nail Çakırhan ve Diyarbakır’ın Ergani ilçesini bir araya getiren nedir?' diye sorulursa, sanırım "Aşk" diye cevap vermek mümkün. Çayönü’nde kazılar, 1964 yılında Halet Çambel ile Robert J. Braidwood ve eşi Linda S. Braidwood başkanlığında başlatıldı. Nail Çakırhan da Halet Çambel ile evli. Hapishaneler, çalışma koşulları gibi zorunlu ayrılıklar Çambel ile Çakırhan’ın aşklarının önüne geçmemiş; ölünceye kadar birlikte olan ikilinin aşkına sonradan kitap olarak yayımlanan mektuplar tanıktır. İşte, Çakırhan’ı Ergani’ye getirten ve burada bir ev tasarlatıp yaptıran bu aşk olmalı. Başka nedenler de olabilir elbette ama aşk, her hikâyeyi güzelleştirdiği gibi, bu evin hikâyesini de güzelleştiriyor. Nedense arkeologların o tarihte çadırlarda kaldıklarını tahmin etmek istiyorum. Ayrıca bu tahmini destekleyen malzemeler evin bir bölümünde muhafaza ediliyor. Şehirden uzak ve etrafı ağaçlarla çevrili olduğu için önce "özerk bölge" dediğim ev için, şimdi bir aşkın evi demeyi tercih ediyorum.
Ulu ağacın gölgesinde
Ulu bir ağacın sergin gölgesinde oturuyorduk. Mevsim sonbahara dönmüş olsa da sıcak hava ve Diyarbakır güneşi hükmünü sürdürüyordu hâlâ. Etrafımızda dolanan küçük bir köpek, kediler ve çocuklardan başka kimse yoktu. Bir kadın öğrenci biraz ötede oturuyordu, hoş geldiniz dedikten sonra işine dönmüştü. Belki mezardan çıkan bir nesneyi inceliyordu. Bu yüzden ne iş yaptığını sormaya cesaret edemedim. Yemekleri hazırlayan bir kadın arada görünüyor, sonra kayboluyordu. Karşılıklı oturduğumuz Prof. Dr. Aslı Erim Özdoğan ile aramızda uzun bir masa vardı. Masanın üzeri tertemiz mavi bir muşambayla kapatılmıştı. Geçmiş çağlarla ilgili ve daha çok, çok emek verdiği Çayönü arkeolojik kazısıyla ilgili bilgiler veriyordu kazı başkanı Özdoğan. Geçmiş çağlar, çoğumuz gibi benim de birinci dereceden ilgi alanım değildi. Yine de merakla dinliyordum Özdoğan’ı. İnsanlığın nereden nereye geldiğini bir bilenden dinliyordum. İtiraf etmeliyim ki o konuştukça bilgisi karşısında duyduğum hayranlık da büyüyordu.
Maceraperest baba
Özdoğan’ın bu evdeki macerası ise 1970’li yıllarda Çayönü kazı çalışmasına katılmasıyla başlıyor. "Macera" diyorum çünkü arkeolojik kazılar uzaktan büyülü ve keyifli görünüyor olabilir ama insanın maceraperest bir ruha sahip olmasını da gerektiriyor sanki. Ama esas olarak insana katkı sağlama hissiyatı öncelikli olmalı. Bu ruh ve arzu, Halet Çambel’de vardı ve bana öyle geliyor ki Özdoğan’da yaşamaya devam ediyor. Özdoğan, 1978 yılında öğrenciyken katılıyor Çayönü’ndeki kazılara. Arada bölgenin başka illerindeki kazılara da katılıyor. Dedesi vali, babası mimar İstanbullu bir kadının köylerde çalışması hiç kolay olmamalı. Böyle düşünüyorum ama Özdoğan hiç oralı değil. Çalıştığı yerlerdeki insanların dilini, kültürünü, yaşama koşullarını yadırgamamış. Bu koşullara uyum sağlama mahareti de babasından geliyor olmalı. Askerlikten terhis olduktan 2 ay sonra eve dönen ve elbette herkesi endişelendiren babasıyla çıktığı yolculuklardan söz ederken, çok küçük yaşlarda başka yaşama biçimleriyle karşılaştığını anlatıyor Özdoğan. Evde titizdir babası ancak çıktıkları yolculuklarda yemeklere konan sinekleri elleriyle kovup yemeğine devam eden bir insandır. Bu tanıklık, Özdoğan’ın arkeolojik kazılar için gittiği yerlere uyum sağlamasına katkıda bulunmuş.
Sandık tipi mezarlar
Özdoğan başkanlığında yürütülen Çayönü arkeolojik kazısında geçtiğimiz günlerde sandık tipi diye tarif edilen 3 yeni mezar bulundu. Özdoğan’la buluşmamızın gerekçesi de buydu. Özdoğan, geçen yıl da sandık tipi bir mezar bulduklarını hatırlatarak, bu yıl buldukları mezarların geçen yıl bulduklarının yakınında olduğunu belirtti. Bu mezarlar, dönemin ritüellerine ışık tutacak. Mezarların bozulmadan bulunmasının antropolojik açıdan önemli olduğuna dikkat çeken Özdoğan ve "Dışarıdan çok fazla müdahale olmadığı için DNA analizi yapma imkanı verecek" dedi. Bu yıl iki farklı zaman dilimine yönelik çalışma yürüttüklerini söyleyen Özdoğan, bunların çanak çömlekli neolitik ve İlk Tunç Çağı olduğunu belirtti. Geçen yıl yapılan çalışmalarda milattan önce 3 bininci yıllara ait olan bir yapı ve eklentilerini tespit ettiklerini anlatan Özdoğan, "Bu yapının kuzey devamını bu sene araştırdık" dedi.
Çayönü neden önemli?
Çayönü kazılarının önemi birçok kaynaktan bulunabilir elbette. Özdoğan, Şeyh Sait İsyanı ile birlikte bölgenin her türlü araştırmaya kapatıldığına, ilk uluslararası ve disiplinler arası çalışmanın Çayönü kazılarıyla başladığına dikkat çekti. Özdoğan, Çayönü’nü önemli yapan esas nedenin ise MÖ 9300-6300 yılları arasındaki 3 bin yıllık zaman dilimine işaret ettiğini belirtti. Köyden günümüz kentine doğru evrilecek gelişmenin ilk basamakları olan yerleşik avcı-toplayıcı bir düzenden tarım ve besiciliğe geçiş ve küçükbaş hayvancılığı sergiliyor. Üstelik yarı göçebeliğe geri dönme sürecini ayrıntılarıyla ve kesintisiz anlatıyor. Bakır işçiliği, hasır ve keten dokumacılığı, sepetçilik, dericilik ve obsidyen alet yapımı gibi üretim araçları kendi doğal akışında burada geliştirilmiş. Bunlar insanlık tarihi için önemli sayılan “ilkler” arasında yer alıyor. Araştırmaların devam ettiğini belirten Özdoğan, Çayönü’nün Kuzey Mezopotamya Neolitik dönemini aydınlatacak bir yerleşim alanı konumunda olduğunu vurguladı.
Çayönü Kazıevi’ndeki malzemeler
Öğrenciler kazı yerindeydi, oraya gidecektik. Ancak Özdoğan, "Önce evi gezelim" dedi. Evi gezdik. Evde neler yoktu ki. İngilizce romanlar, ta Amerika’dan getirilmiş dev sandıklar, o tarihten kalmış sırt çantaları, kazıda kullanılan aletler, tahtadan yapılmış ilginç bir çamaşır kurutma aleti… Hepsi korunmuş, düzenli bir şeklide sergileniyorlar. Bütün bunları gördükten sonra, Özdoğan’la bunların halka açık bir yerde sergilenmesi üzerine konuşuyoruz. Bütün bu malzemelerin insanlık tarihine ışık tutmaya çalışan bilim insanlarının emeğini, merakını, azmini gösterdiğine inanıyorum. Söz konusu sergi düşüncesi Çayönü kadar önemli değildir ancak arkeologların 1960’lı yıllarda hangi koşullarda ve aletlerle çalıştıklarını göstermesi açısından dikkat çekici olacak. Halet Çambel’in odası da korunmuş. Çambel’in yatağı, daktilosu, barfiks, kum torbası ve günlük hayatta kullandığı diğer bazı aletler muhafaza edilmiş.
Çayönü’nde keşfedilecek daha çok şey var
Kazı alanına vardığımızda Aslı Erim Özdoğan’ın öğrencileri paydos için toparlanıyordu. Paydos için saat erken gibi geldi bana. Ama tek bir ağacın bulunmadığı kazı alanında güneş tam tepede ve yakıcıydı. Özdoğan, öğrencilerin öğle yemeğinden sonra Kazıevi’nde çalışmaya devam edeceklerini söyledi. Sonra titizlikle kazılmış alanı gezdik. Yeni bulunan mezarları, depremle yıkıldığı tespit edilen yapıları, evleri gezdik. Yerleşik hayata atılan ilk adımları hissettik. Deprem ve sel felaketlerine rağmen burada kalmakta ısrar etmiş, tarımı, bakırı, hayvanları evcilleştirmeyi burada keşfetmiş insanlar. Mısır tarlalarının arasında kalmış genişçe arazinin içindeki yapılara bu düşünceyle bakınca, hayret duygusu yapışıyor insanın yakasına. Bu yıl yapılan kazıların sonuna yaklaştığımızı söyleyen Özdoğan, Çayönü’nde keşfedilecek daha birçok şey olduğuna da dikkat çekti.