Son bir ayda cezaevlerinde 7 mahpus öldü. En az 605 mahpusun ağır hasta olduğunu belirten İHD Diyarbakır Şube Başkanı Zeytun, mahpusların yaşam hakkından Adalet Bakanlığı’nın sorumlu olduğunu söyledi
YENİGÜN HABER - Bangin Muhammed, Garibe Gezer, Abdülerezak Suyur, Halil Güneş, Salih Toğrul, İlyas Demir ve Vedat Erkmen. Bu isimler, son bir ayda Türkiye’deki cezaevlerinde vefat eden mahpuslar. Kimi ağır hastaydı kiminin ise intihar ettiği öne sürüldü. Cezaevlerindeki hak ihlalleriyle ilgili raporlar hazırlayan ve hasta mahpusların durumuna dikkat çeken İHD Diyarbakır Şube Başkanı Abdullah Zeytun, Gazeteduvar’dan Vecdi Erbay’ın 7 kişinin hayatını kaybetmesi ve tedaviye ihtiyaç duyan diğer mahpus hastalar hakkındaki sorularını cevapladı. Zeytun’un Erbay ile yapmış olduğu söyleşi şu şekilde;
‘605 ağır hasta mahpus’
1 ay içinde hapishanelerde 7 kişi hayatını kaybetti. Elinizdeki verilere göre güncel hasta mahpus sayısı nedir? Bunlardan kaçı ağır hasta ve dışarıda tedavi edilmesi gerekiyor?
Merkezi Hapishaneler Komisyonumuzun 2021 Nisan ayı verilerine göre en az 605 ağır hasta olmak üzere 1605 hasta mahpus bulunmaktadır. Ne yazık ki hasta mahpus listemizde bulunan Halil Güneş, Abdulrezzak Şuyur, Bangin Muhammed vefat etti. Belirtelim ki bu liste mevcut hapishane komisyonumuzun ulaşabildiği ve tespit edebildiği veriler. Daha fazla hasta mahpusun olduğunu biliyoruz. Türkiye'deki mevcut hapishane ortamı sağlıklı bir bireyin dahi yakın süreçte sağlığını bozabilecek bir yer. Dolayısı ile ağır hasta mahpuslar başta olmak üzere tüm hasta mahpusların hapishane ortamı dışında ve yeterli tıbbi bakımın yapılabildiği bir ortamda tedavi edilmesi gerekiyor.
Özellikle 'ağır hasta mahpuslar tahliye edilsin' derken yasal bir mevzuatın yerine getirilmesini mi talep ediyorsunuz? Yoksa insan haklarını ve vicdani bir duruma mı işaret ediyorsunuz?
Türkiye’de mevcut infaz rejimi ve mevzuatı insan hakları eksenli değil. İnfaz Kanunu ve mevzuatında güvenlik önceliği söz konusu. Nitekim hasta mahpusların infazının ertelenmesi veya hapishane ortamı dışında tıbbi bakımlarının yapılmasını düzenleyen İnfaz Kanunu’nun 16. ve 25. maddelerinde belirtilen kriterler mahpusun tedavi edilme hakkından ziyade serbest bırakılmasının tehlike oluşturup oluşturamayacağı anlayışı üzerine. Bu anlamda yasal düzenleme yaşam hakkından uzak olmasına rağmen yine de hukuki girişimde bulunuluyor. Ağır hastalığı bulunan mahpusun, bu durumunun somut verilerle tehlike altında olduğunu belirten tam teşekküllü hastane raporuna istinaden serbest bırakılarak tedavisinin yapılması aslında anayasal bir zorunluluk. Mahpusun tıbbi bakımını uzman hekimler tarafından, sağlıklı ortamda yapılması hakkı var. Özgürlüğünden mahrum bıraktığı bir bireyin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü var devletin. Kapalı hapishane ortamında bu tedavi olanağı da bulunmadığından bu mahpusların serbest bırakılması, infazının ertelenmesi hukuk devleti ilkesi iddiasının da bir gereği. Mahpusun sağlığa erişim hakkının engellendiği bir infazın sonlandırılması hem yasal gereklilik hem de insancıl hukukun gerekliliği.
[caption id="attachment_101546" align="alignnone" width="870"]
'Bakanlık yaşam hakkını korumakla yükümlü'
İHD’nin ve diğer sivil toplum kurumlarının ısrarlı uyarı ve taleplerine rağmen hükümet ya da Adalet Bakanlığı hasta mahpuslar konusuna duyarsız yaklaşıyor diyebilir miyiz?
Adalet Bakanlığı mahpusların yaşamı koruma yükümlüğü ve sağlık hizmetine erişim hakkı konusunda muhatap kurum. Bu konudaki sessizliğin bir politika olduğunu, hapishane politikasının yönetimi olarak değerlendirmek gerekir. Hukuki bir meselenin yaşamın yitirmesine yol açabildiği bir sessizlikle geçiştiriyor olması kabul edilemez. Ne yazık ki son süreçteki hasta mahpusların vefatı sonrası da bu meseleyle ilgili bir açıklama yapılmış değil, politika ve uygulama değişikliği söz konusu değil.
‘İşlemler şüpheleri arttırıyor’
Zaman zaman hapishanelerdeki insan hakları ihlalleri ile ilgili raporlar paylaşıyorsunuz. Garibe Gezer ile Vedat Erkmen’in hapiste vefat etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mahpusların şüpheli bir şekilde ölümü, ilgili yetkili ve görevli kurumların şüpheli eylemleri söz konusu. Ölümlerinden sonra cenazelerinin gömülmesinde tanık olduğumuz durum gösteriyor ki devlet, mahpuslara yaşamlarında olduğu gibi ölümlerinde de politik yaklaşıyor. Mahpuslar politik kimlikleri nedeniyle bu uygulama ile karşılaşıyorlar. Ne yazık ki hapishaneler ağır hasta mahpusların yaşamını yitirmesi ve şüpheli ölümler ile mahpusların yaşam haklarının korunmadığı bir yer olmuş vaziyette. Gerek hapishane yönetiminin ve gerekse de ölüm sonrası savcılıkların işlemleri bu şüpheleri artırıyor. Bildiğiniz üzere Garibe Gezer’in ölümünden önce hapishanede maruz kaldığı çok ağır saldırı vardı. Bu konudaki şikayetleri ve uyarıları ciddiye alınmadı. Bu iddialar ve kendisinin ifadelerinde belirttiği şikayetler soruşturulmadı. Ölüm sonrası avukatların otopsiye katılmasının engellenmesi, soruşturma evraklarına erişime izin verilmemesi geride çok soru işareti bıraktı. İntihar olduğu iddia edilse de yakın zamanda tanık olan bir mahpus, kasten insan öldürme yönünde bilgiye sahip olduğunu belirtti. Her ne sebeple yaşamını yitirmiş olurlarsa olsunlar, böylesi ciddi iddialar varken özgürlüğünden mahrum bırakılan mahpusların yaşamı koruma yükümlülükleri devlete aittir ve hapishane yetkilileri sonuçlarından da sorumludur. Bu hususta savcılık, şikayetleri önyargısız ve ivedilikle işlem yapmalıdır.
‘Özkan’ı hapiste tutmak kabul edilemez’
Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde tutulan 83 yaşındaki ağır hasta tutuklu Mehmet Emin Özkan, 6 Aralık’ta korona virüsüne yakalandı. Durumu ağırlaşan ve solunum zorluğu çeken Özkan 8 Aralık’ta Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Kronik rahatsızlıkları nedeniyle riskli grup arasında yer alan Özkan, testi negatife dönmeden 12 Aralık’ta tekrar cezaevine götürüldü. O tarihten bu yana karantina hücresinde tutulan Özkan’ın testi, geçen 16 günde negatife dönmedi.
Özkan, kelepçeli olarak hastaneye götürülürken görüntülenmişti ve kamuoyunda tanınan bir hasta mahpus olmuştu. Özkan’ın yaşını ve hastalığını dikkate alacak olursak, neden serbest bırakılmıyor?
Mehmet Emin Özkan, Türkiye yargısının hukuksuzluğu ile en ağır şekli ile hem yargılandığı dosyada hem de yıllardır ağır hastalığı nedeni ile hapishanede karşılaşmış bir Kürt. Hasta mahpusların işkence ve kötü muamele ile hapishanelerde tutulması denildiğinde kendisi ilk akla gelenlerden biri. Ne dersek diyelim onun karşılaştığı adaletsizliği, vicdansızlığı ve hukuksuzluğu tanımlamak güç. Kendisi gibi çocukları da yıllardır hapiste ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olmaya çalışıyorlar. Hapishanede kalamaz raporlarına istinaden yapılan infaz erteleme başvuruları Adli Tıp Kurumu’nun aksi yöndeki görüşü nedeni ile olumsuz sonuçlanıyor. Ağır hastalıklarına covid de eklendi. Bu hali ile hapishanede tutulmasını hukuken de tıbben de vicdanen de kabul etmek mümkün değil.
‘Tuğluk kimlikleri nedeniyle hapiste’
Siyasetçi olduğu için tanınan bir diğer hasta mahpus da Aysel Tuğluk. Tuğluk’un tek başına ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar hasta olduğu ve tek kişilik hücrede tutulduğu belirtiliyor. Bu konuda bilginiz var mı? Tuğluk neden serbest bırakılmıyor?
Aysel Tuğluk, Kürt siyasi hareketinin önemli kademelerinde yer almış ve önemli izler bırakan bir siyasetçi. Kendisinin siyasi kimliği ve mücadelesi, hapsetmek için yeterli görüldü. Hala da o kimlikleri nedeni ile ağır hasta halde hapiste tutulmaya çalışılıyor. Hapis halinin sağlık sorunlarını artırdığını görmekle birlikte özellikle annesinin cenazesine yapılan ırkçı ve etik dışı saldırı onu çok etkiledi. Ve bunun acısı hastalığını tetikledi.
Hasta mahpusların serbest bırakılmamasına gerekçe genellikle ATK gösteriliyor. ATK’nin tutumunu değerlendirebilir misiniz?
Bağımsız konumda olmadığı açıkça ortada olan Adli Tıp Kurumu’nun hasta mahpuslar konusunda hukuken sorumluluğu bulunmaktadır. Mevcut infaz düzenlemeleri nedeni ile bu konuda belirleyici bir yerde. Tam teşekküllü sağlık kurullarınca mahpuslar hakkında “hapishanede kalamaz” şeklinde düzenlenen raporların ATK tarafından onaylanmayıp aksi şekilde yeniden rapor düzenlenmesi halihazırda var olan sıkıntıları daha da artırıyor. Kuruma seçilen kişiler siyasi iktidara bağlılığı nedeniyle tarafsız davranamıyor. Bu nedenle de verdiği kararlarda, bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmıyor ATK. Ne yazık ki halen resmi bilirkişi konumunu sürdürüyor.