Aziz Gülmüş yazdı; Diyarbekir’de uyanmak

Sürüklenirken sabahlara ve gecelerle son sevişmelerinde tükenirken karanlıklar. Akreplere, yılanlara rağmen eyvanlara serilen yer yataklarında dinlenen Hüsrevpaşa Camisi’nden yükselen Melle Tahar’ın yanık dokunaklı sabah ezanı, hiç görmediğimiz trenin uzaklardan duyulan ürkütücü siren sesi, yanı başında yatan babalara, annelere korkudan sıkıca sarılmalar…

“Uyanırsan sebehleri, dinle bavo küçedeki sesleri…”

Ahşap kaplamalı kocaman tuşlu radyolardan Bedri Ayseli’nin yükselen “Ne durisan dam başında ay kimi/yanağları elma kimi, nar kimi” türküsüyle, Rasime Bibi’nin çukur mahleyi inleten ‘Bal lokmasiii, Daatliii vaaaar’ sesi, bir diğerinin, ‘Elmali şekeeerrr!” diye çağırması ve anneleri öfkelendiren ‘Anaaaa...! bahan da al’ diyen çocukların mız mız sızlanmaları ile ‘Oğlım vallah para yoxtır’ şeklindeki annelerin çaresizliği anlatan haykırışları.

Halden sebze-meyve taşıyan at arabaları ve işe yeni çıkan Faytonlara koşulan atların çıkardığı nal şakırtıları, gece yarısı Dicle kenarından kum taşıyan Xalê Rehmo’nun eşeklerinin boynuna takılan çıngırak sesleri, sabah güneşinin parlak ilk ışıklarına tanıklık ederdi.

‘Tezeee fasulyeeee, kuri elmaaa’

Bizim doksanlık heci ana göyni düşmiş elmaya: ‘Vula erebaçi kilosi kaça?’

“Têze vallah senın için kırx para”

“Wııışşş kele niye dınya yıxılmiya başımıza, bi elmanın kilosu kırx para?”

Bir de bakarsın bir beddua sesi:

“Vula oğlım boynın altında kala, kısır ömır olasan gel bu teşti götır fırına!”

Çocuk isyanlardadır:

“Vallah götırmiyem niye Eyşo götir mi?”

Sonra avlulara serilen yer sofralarında çay bardağını karıştırma şakırtıları, yağda kızartılmış un olan murtuğelere banılan ekmekler, kısmetine düşen peynire itiraz edip kahvaltıyı protesto eden asi çocuklar…

Öğlene doğru Xalê Ömer’in haram su ile suladığı bahçesinden çalınan eriklerin küçe çıkmaz gölgelerde iştahla yenmesi.

Ardından oyunlar; kılıç-topuz, birdirbir, göz yummaca daha niceleri… Cuma günleri buz gibi meyan kökü şerbetini içmek isteyen cami kapısında ‘sebili’ bekleyen sümüklü çocuklar…

Dıngıla fıstan (tahtıravalli) oynamak için Mardin Kapısı’ndan çalınıp beden (Sur) altlarına getirilen iki tekerlekli hamal arabaları ve bu ekmek teknelerini büyük bir telaşla arayan, çektirilen eziyetler yetmezmiş gibi beden üstünden karpuz kabuğuna tutulan zavallı hamalların çaresizliği… Kerhaneye müşteri taşıyan faytonların taşlanışı ve ‘yağlı kırbaaaç!’ denilerek aldatılan fayton sürücüleri…

Akşam saatlerinde yenen “karahöbürler”, sonrasında dam üstünde tahtlara serilen yataklarda gökyüzünün seyredilişi ve yıldız kaymalarında tutulan dilekler… Kurbağa vıraklamalarına karışan cırcırböceğinin ninniyi andıran tatlı melodileri ile tam karşımızdaki dam direğine konacak ‘Eko’ kuşunun uykuları bölen cırtlak sesinin duyulacağı sabahlara sürüklenen karanlıklarda büyüyen kocaman umutlar…

Evet dostlar, şimdi çoğumuzun doğup büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği, her bir bazalt taşında çocukluğumuzun izlerini gördüğümüz tarihi evler bir bir yıkılıp yerine ucube villalar dikilirken, çocukluğumuz da yavaş yavaş infaz edildi gözlerimizin önünde.

Keşke hiç büyümeyip çocuk kalsaydık…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz Gülmüş Arşivi