Şakir Diclehan yazdı: Sezai Karakoç Sempozyumundan Geriye Kalanlar

İnsanlığın bugün içine düştüğü sıkıntı ve bunalımdan kurtulması, zekânın kuru yemişi teknikle değil, büyük sanatkâr ve şairlerin boy göstermesiyle, ancak mümkün olabilecektir. İnsanlığa kaybettirilen yüce din duygusu yerine bir takım ideoloji ve politik arayışların çare olmadığını artık tüm dünya bilmelidir.

İnsanlığın bugünkü yapısını, bu kanserini ve çevresini saran bu ahtapotunu yenecek yeni bir gücün ve yeni bir ruhun şırınga edilmesiyle ancak mümkün olabileceğini anlamalıdır günümüz insanı.

Diyarbakır/ Ergani doğumlu Sezai Karakoç’la ilgili dört kurumun, yani Diyarbakır Valiliği, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Channüma ve Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Sempozyuma katılan yüz elliye yakın bilim adamı ve uzmanın, sadece bu kente değil, Türkiye’ye ve tüm dünyaya, yol gösterecek bir meşalenin yakılmasını sağlayacak bir etkinlik gerçekleştirdi. Bunun evrensel boyut kazanması ve nitelikte olması, en büyük dileğimizdir.

Sezai Karakoç’la ilgili, doğduğu şehrin, ona sahip çıkarak bir ilke imza atması, oldukça önemlidir ve bir o kadar da yararlı olduğu düşüncesindeyiz. Çünkü kendisi, doğum tarihine ve doğum yerine işaret ederken şu göndermede bulunur: “1933 yılı baharında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya geldim. Annemin değişiyle “gülan ayında bir gün”de. Gülan, Mayıs’ın eski adı. Mayıs, bizim çocukluğumuzda halk diline yeni yeni giriyordu; eskiler gülan derlerdi, yani “güller”. Gülün açıldığı ay anlamına.

Karakoç’un doğduğu kasaba, o dönemlerde Osmanlı bakiyesi ülkede birçok yer ve kasaba gibi sıkıntı içinde ve ihmal edilmiş durumdadır. “Özetlemek gerekirse, kasabamızda, emniyet bakımından sükunet, ekonomi bakımından durgunluk, dini açıdan zayıf bir gelenek yaşantısı, kültürel bakımdan da hemen hemen bir boşluk ve hiçlik vardı.”

İlkokuldan mezun olan Karakoç, Diyarbakır’a ilk gidiş ve ilk intibalarını şu şekilde dile getirir: “Yazın sınıf arkadaşlarıyla birlikte Diyarbakır'a sınava gittik. Sabah vakti, Diyarbakır'a girdik. Güneş, dev surların üstünden görünüyordu. Surlar, güneş ışıklarının altında karanlık bir duvar gibi yükseliyordu. Diyarbakır surları, surlardaki yazıları, iç kalesi, yüksek kapıları, ağzından su akan aslanlı kapısıyla, çeşmesiyle, arkaik, büyük bir şehir gibi gözüktü bana. Çocukken, babam, kış geceleri, Siyer-i Nebi’den, Eba Müslim-i Horasani, Battalgazi gibi kitaplardan bize okurken, kaleler ve surlara aşina idim. Diyarbakır bana o eski şehirleri hatırlattı. Korkunç bir sıcak vardı. Çarşıları, hanları hareketli, evleri eski taş avlulu evlerdi. Kara ve pürüzlü bir taştan yapılmıştı evler. Tırtıklı yüzeyinde akreplerin barındığı hissini veren taşlardan. Minarelerin birçoğu yuvarlak değil, dört köşeydi. Urfa kapısı, Dağ kapısı, Mardin kapısı gibi çıkış noktaları vardı şehrin. Dicle şehrin doğusunda, aşağıda akıyordu. Sokaklarında şerbetçiler, çıngıraklı keselerle meyan şerbeti satıyordu. İlk sıralar, biraz tuhaf gelen bu şerbete alışırsanız bir nevi tiryakisi olurdunuz. Koka-kola, onun sunisi, sentetiği ve zararlısı. Sanırım, Amerikalılar, koka-kolayı meyan şerbetinden buldular.

Diyarbakır’da girdiği yatılı sınavlarını kazandıktan sonra Maraş yolunu tutar ve ortaokulu Maraş’ta bitirir. Bazı kimseler, Maraşlı olan iki şairin “Karakoç” soyadını taşımaları ve kendisinin ortaokulu bu şehirde okuması nedeniyle Maraşlı sanırlar. Zaten önemli olan insanlığa hizmettir.

Uygarlıklar ve milletler, hakikatin tarih içindeki gerçekleşiminin eşya ve insan perspektifli kesimleri, hemen hemen her alandaki kahramanların omuzları üzerinde yükselmiştir. Her çağda az olsa da bu tür insanlar gelmiştir.

Sezai Karakoç, son çağın Ortadoğu coğrafyasında çile çekerek ve eserler kaleme alarak yeni hamura maya taşımak ve insanlık uygarlığına yeni bir maya katmak ve tutturmak amacıyla çok uğraşmış ve bu uğurda çile çekereki başarı doruklarına tirmanmistir. Bu tür insanların ufuklarda boy göstermesi çok az rastlanan bir durumdur. Çağımızda oluşan düşünce putlarını yıkmak için elinden geleni yapmış. Özgürlüğün tadını çıkarmış ve “Bir Şah-i Kerim’e kul olmayı başarmıştır. Namık Kemal’in: “Kimsenin lütfuna olma talip/ Bedeli cevher-i hürriyettir” beytinde dile getirdiği gibi kimsenin lütfuna ve yardımına muhtaç olmaksızın insanları “Hakikate çağırmak” için uğraşıp didinmiştir. Fakat bu çağrıyı sanat, düşünce ve şiir diliyle yapmış ve insanları, derin ufuklarda gezmelerini sağlamak için i elinden geleni yapmıştır. Bunu da el değmemiş en yüce doruklardan çiçeklerden öz toplayıp şifa bulmaz topluma ve fikir hastalarına getirmek ve taşımak suretiyle yapmıştır... İnsan olması hasebiyle onun da bazı karanlık yönlerinin bulunması doğaldır. Çünkü insanlar yüksek dağlara benzerler. Bir yanları aydınlık ise, öbür yanları karanlıktır. Önemli olan onun aydınlık yanına bakmaktır. Bize düşen görev meşaleyi diri ve yükseklerde tutmak ve misyonunu sürdürmektir.

26 Mayıs günü Dicle Üniversitesi Kongre Merkezi salonunda başlayan ve 3 gün süren Sempozyum, kültür ve sanata büyük değer veren ve Sezai Karakoç’un misyonunu sürdürmek için elinden geleni yapan ve büyük çaba harcayan Ergani Kaymakamı sayın Ahmet Karaaslan’ın Makam Dağı’nda (Zülkifil Peygamber makamı) sempozyuma katılan ve bildiri sunanlara verdiği kahvaltıyla son bulmuş oldu... Hizmeti geçenlere teşekkür borçluyuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi