Şakir Diclehan Yazdı: Şerafettin Yaltkaya ve Türkçe İbadet konusu

Ülke insanı, özellikle genç kuşaklar, bu toprakların ve bu topraklar üzerinde yaşamış insanların yaptıklarını, düşünce dünyasını ve eylemlerinin pek bilmiyor ne yazık ki… Tarih bilmek, bir takım olayları ezberlemek ve sıralamak değildir kuşkusuz… Nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte geçmiş kültürü, sanatı, gelenekleri, değişimleri ve din alanında görüş beyan eden ve fetva verenleri!..

Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanı koltuğuna ikinci olarak oturan Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın ilginç bazı düşünce ve eylemleriyle dikkat çeken bir karakter yapısına sahiptir.

Topluma, eğitimci, bilim insanı, yazar, düşünür ve Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Diyanet İşleri Başkanı olarak sunulan ve anlatılan Şerafettin Yaltkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin hassas dönemlerinde yaşamıştır. İslamcılık perdesi altında, kültür milliyetçisi, “Ezan”ın Türkçe okunması ve ibadetin Türkçe  yapılması konularında çabaları olan Yaltkaya,  çağdaşlaşma perdesi altında  aykırı fikirleriyle dikkat çekmiştir o dönemde...

Diyanet İşleri Başkanlığı Dönemi’nde kaleme aldığı Türkçe hutbe kitapları ve ana dilde ibadete yeşil ışık yakmasıyla dil devriminin doğrudan destekçisi olmuştur. Dil devriminin hayata geçirilmesi sırasında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile koordineli çalışmalar yapmıştır. Yaltkaya dil devriminin tabana yayılması için camilerden de faydalanmıştır.

Şerafettin Yaltkaya ile ilgili olarak üstad Necip Fazıl’ın tespit ve görüşleri, dikkat çekici bir düzeydedir. Necip Fazıl: “ Apartmanın alt katında oturmakta olan ve Hasan Âli (Yücel) ile el ele Kur’an’ın Türkçe mealini resmi ibadet dili olarak kanunlaştırmak için İsmet İnönü nezdinde her çabayı sarf eden Diyanet veya Denâet İşleri reisi Şerafettin Yaltkaya, bir gün Hasan Âli’nin evinde Mistik Şair’e (Necip Fazıl’ın kendisine) rastlamış ve hitap karşısında kalmıştır:

-Duyduğuma göre, Allah’ın kelâmını, kendi tabirinizle Türkçeleşmek ve camilerde okutmak için bir teşebbüsünüz varmış… Kuvvet bakımından devlet bir tanksa ben de bir pilicim. Fakat böyle bir şey olursa haberiniz olsun, kendimi tankın paletleri altına atmakta tereddüt göstermeyeceğim.

Bunun üzerine Efendi cenapları, bu işin caiz olduğuna dair İmam-i A’zam’dan fetvalar getirmeye ve kendi ilim ve fazlından bahsetmeye başlamış ve cevabını almıştı.

-Siz, sadece İlahi Kelam’ı bozmak küfrüyle kalmıyorsunuz, koca Mezhep sahibine de iftira ediyorsunuz! O işin fetvası, bildiğiniz ve istismara kalkıştığınız gibi değil, şöyle ve şöyledir. İlim ve fazlınıza gelince, “sizi kitap yüklü merkepler”e dair İslam ölçüsünü hatırlatırım.

-Hasan Âli ise, inanılmayacak derecede sert ve acı, ama Allah’ın şahit olduğu bu sözlere, evinde bir dram çıkmasın diye kahkahalar atarak mukabele etmişti.”

O dönemde Ezan Türkçe okunmakta ve sıra İbadetin Türkçe ile yapılmasına gelmiştir. Bu işi için de kitapları olan ve 1942 yılında II. Diyanet İşleri Başkanı olan Şerafettin Yaltkaya kanalıyla hayata geçirilmek istenmektedir.

Türkçe Cenaze Namaz

Tarihle ilgilenen ve yazılar yazan bir yazarın, Mustafa Kemal’in cenaze namazıyla ilgili verdiği bilgiler, başka kaynaklardan da doğrulanmaktadır: “ Ben, namaza katılanlardan iki kişiyi yakinen tanıdım. Uzun bir ömür süren ve 1980’lere kadar hayatta olan bu kişilerden birinden 19 Kasım sabahı Dolmabahçe’de yaşananların teferruatını bir değil birkaç defa dinledim ve işittiklerimi onun ağzından aşağıda naklediyorum: “Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konan cenazenin Ankara’ya nakil günü yaklaşırken, Ankara’dan ‘dinî merasim kat’iyyen yapılmayacak’ şeklinde bir talimat geldiğini işittik. Talimatı hiçbirimiz görmedik, resmen de tebliğ edilmedi ama emir Dolmabahçe’de hemen herkesin dilindeydi.

Cenaze, 19 Kasım sabahı erken saatlerde Ankara’ya nakledilmek üzere saraydan alınacaktı. Hazırlıklar devam ederken rahmetlinin hemşiresi Makbule Hanım katafalkın bulunduğu yere geldi, “Cenaze namazı kılınmadan Mustafa’mı hiçbir yere göndermem!” diye avaz avaz bağırdı ve gidip tabutun yanı başına oturdu.Ankara'dan gelen talimat: Gözlerden uzak, mümkün olduğu kadar az cemaatle kılınsın... Ortalık birbirine girdi. Bazı işgüzarlar ‘Ankara’dan emir geldi hanımefendi, yapmayın, etmeyin’ diye Makbule Hanım’ı sakinleştirmeye çalışacak oldular ama hanımefendi daha da hiddetlendi, ‘Namazı kılınmadan burayı terk etmem! Beni kolumdan tutup dışarıya atmadan ağabeyimi götüremezsiniz’ dedi. Maiyet erkânı daha da telâşlandı ve ne yapacaklarını sormak için Ankara’ya telefon açtılar.

Aradan yarım saat geçtikten sonra Ankara’dan yeni talimat geldi. ‘Gözlerden uzak bir şekilde, mümkün olduğu kadar az bir cemaatle, dışarıya da hiçbir şekilde aksettirilmeden kılınsın, kat’iyyen fotoğraf çektirilmesin ve namazın kılındığı protokol kayıtlarına da aksettirilmesin’ deniyordu.

Makbule Hanım’ın namazın camilerden birinde kılınması yolunda ısrar edebileceği düşünülerek zamanın Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi’den (Börekçi) sarayda kılınabileceği konusunda fetva da alınmıştı. 11 kişiyle Türkçe olarak kılınan cenaze namazı, yanlış saymadı isem, cemaat ben dahil olmak üzere 11 kişiden ibaretti. İmamete, Şerefeddin Efendi geçti (dört sene sonra, 1942’de Diyanet İşleri Reisi olacak olan din âlimi Şerefeddin Yaltkaya) ama o senelerde Arapça ezan ile tekbir yasaktı ve ne yapacağımız hususunda kararsızdık… Arapça tekbir getirdiğimiz takdirde devletin, Türkçe okuduğumuz takdirde de Makbule Hanım’ın hışmına uğramamız ve hanımefendinin ‘Yeniden, doğru dürüst kılın’ demesi ihtimali vardı.

Tabutun önünde saf tuttuk, Şerefeddin Efendi imamete geçti, tekbiri ‘Tanrı uludur’ diye Türkçe getirdi, namaza başladık ve Efendi diğer üç tekbiri de Türkçe getirdi. Sıra ‘Esselâmü aleyküm ve rahmetulah’ diye selâma gelmişti, Şerefeddin Efendi her iki selâmı da ‘Esenlik üzerinize olsun’ diye yine Türkçe verdi.

Şerefeddin Efendi selâmları vermek için başını her iki yana çevirdiği sırada çehresinde acı bir tebessümün mevcudiyetini hisseder gibi oldum ama bilmiyorum, belki de yanılmışımdır…

Makbule Hanım, namazın kılınmasını salonun bir köşesinde ağlayarak ve dualar ederek takip etti ve çok şükür korktuğumuza uğramadık… Tekbirin ve selâmların Türkçe olmasına bir şey demedi; belki de ağabeyini kaybetmiş olmanın verdiği elemden fark etmemişti.

Namaz bittikten sonra kapılar açıldı, askerler geldiler ve tabut saraydan çıkartıp avludaki top arabasına yerleştirildi…”.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Sakir Diclehan Arşivi