Şakir Diclehan yazdı: Ramazan ayının iki misafir sanatçısı: Sezai Karakoç ve Bedri Ayseli - I

Şakir Diclehan yazdı: Ramazan ayının iki misafir sanatçısı: Sezai Karakoç ve Bedri Ayseli - I
İnanç ve sanat ilişkisi, geçmiş dönemlerde yaşamış olan hemen hemen her toplum ve her inançta, açık bir şekilde var olagelmiştir daima. İslam’ın...

İnanç ve sanat ilişkisi, geçmiş dönemlerde yaşamış olan hemen hemen her toplum ve her inançta, açık bir şekilde var olagelmiştir daima. İslam’ın etkisi nasıl hat, tezhip ve ebru gibi sanatlarda kendini göstermişse, diğer milletlerin sanatında da kendi inançları da bir o kadar etkili olmuştur. Yüzyıllar boyunca Batılı sanatçılar aynı dinî heyecanla, Hazret-i İsa ve Hazret-i Meryem’in, meleklerin ve diğer peygamberlerin heykellerini yapa gelmişlerdir.

Bir toplumun inanç değerleri, geçmişi ve dini anlaşılmadıkça, o toplumdan çıkan sanat ve sanatçı da tam olarak anlaşılamaz.  Sanat, insanlığın ortak dili olmakla beraber, toplumların kendi sanatları arasındaki renklilik ve çeşitlilik, din ve kültür faktöründen kaynaklanır hep.

Sanatkârın ruhunu ve duygularını yoğuran, sanat eseri olabilecek temaya yön veren, onun yaşadığı toplumun inanç değerleri ve kültürüdür. Bunun sonucu olarak sanatçı, içinde yaşadığı toplumdan aldığını, kendi dimağında yoğurup, şekillendirip, topluma sanat eseri olarak iade eder. Ve yaptığı eserle toplumun manevi önderi, ruhlara gıda veren gücü haline gelir. İnsanlar, o eserde yaratıcı his ve ideal bulur. Bu yüzden sanatçı ile ortak inanç ve kültüre sahip olan toplum arasında sürekli bir bağ vardır.

Gerek sanat gerekse din, insana ait çok güçlü duygular olup, insanoğlunun var olduğu günden bugüne dek hayatın önemli bir parçası olmuşlardır hep. İnsana has olan bu iki duygu, her toplumda ve her çağda birbiriyle sıkı ilişkiler içinde olmuştur. Toplum fertlerinin, manevî değerlerinden kaynaklanan düşünüş ve yaşayış tarzının biçim alması ve sanatın, toplumsal bir olay olarak ortaya çıkması,  bu etkileşimi kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu açıdan sanatkâr, inanç ve kültürüyle içinde bulunduğu toplumun bir örneği, bir prototipidir.

Ramazan ayının bu mübarek günlerinde bize konuk olan iki sanatkârı gündeme taşıyacak ve onların duygu ve düşüncelerini yazıya yansıtacağız. Birincisi: Arkasına edebiyat ve şiir rüzgârını alarak çok güçlü esen ve topluma verimli, yararlı ve etkili kalemiyle mesajlar veren Sezai Karakoç… İkincisi de: güçlü ve güzel sesiyle kitleleri ve halkları harekete geçiren Bedri Ayseli…

Karakoç, 50 yıl öncesinde “SÜTUN” isimli eserinde, orucu anlatırken sanatkârlık güç ve yeteneğinin verdiği bir ilhamla akıcı bir üslup içinde anlatır bu ibadeti: “Oruç hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam saatinde, dinç ve genç, tarihin dinamizmini de özünde ğaybın üfleyişi gibi taşıyarak geldi. Mademki geldi, onu iyi tanımak gerek.

Oruç boş bir çerçeve olarak veya bir mevsim gibi sadece tabiatın bir parçası olarak gelmedi. Tarihin bir parçası olarak geldi.

Dolu geldi. Kendindekini boşaltacak. Giderken de dolu gidecek. Dolu gitmeli.

Her yılın orucu, büyük Oruç kitabına, sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi eklenir.

Taşların, ağaç kovuklarının, toz zerrelerinin bile, en keskin bir hafızayla şahitlik yapacağı büyük Hesap Günü’nde, şüphesiz, Oruç Kitabı, en büyük şahitler arasında, dosyasında en çok belge bulunduran suç ve sevap araştırıcıları arasında görünecektir.

Demek ki, oruç, çağımıza, göklere mahsus nişanlarla donanmış büyük ve yetkili bir şahit olarak geliyor ve geldi. (Devam Edecek)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.