Yerlikaya: Kaybettiğimiz rakam değil, canlarımız

Yerlikaya: Kaybettiğimiz rakam değil, canlarımız
Vaka sayısındaki artışa paralel olarak artan ölümler hakkında konuşan TTB Merkez Konsey Üyesi Yerlikaya, “Kaybettiklerimiz sadece rakamlar değil, hepimizin...
Vaka sayısındaki artışa paralel olarak artan ölümler hakkında konuşan TTB Merkez Konsey Üyesi Yerlikaya, “Kaybettiklerimiz sadece rakamlar değil, hepimizin sevdiği yakınları, biricik canlardır” dedi. Hekimlerin acil taleplerinin karşılanması gereltiğinin de altını çizen Yerlikaya, “4 Şubat’a kadar tasarının Meclis’e getirilmesi için Beyaz Nöbet’teyiz. Tasarının gelmemesi ve taleplerimizin karşılanmaması halinde 8 Şubat Salı günü G(Ö)REV’de olacağımızı şimdiden duyuruyoruz” diye konuştu

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 15-21 Ocak tarihleri arasında illere göre 100 bin kişide görülen vaka sayılarını açıkladı. Son verilere göre, Diyarbakır’da vaka sayısı yüzde yüz oranında bir artış gösterdi.Vaka sayısı Türkiye genelinde artarken Bakan Koca, sosyal medya hesabından iyimser mesajlar verdi. Koca, “Artan vaka sayıları konusunda, -Sağlık Bakanınız olarak yüksek sesle söylüyorum- endişe etmeyiniz. Hastalık eski günlerindeki gücünde değil. Grip olan vatandaşlarımızın sayısını ilan etsek benzer manzaralarla karşılaşırız. Müsterih olunuz” paylaşımını yaptı. Sağlık emekçileri Bakan Koca’nın açıklamalarına tepki gösterdi. Ayrıca sağlık çalışanlarının Sağlıkta Şiddet Yasası’nın TTB'nin önerdiği şekilde düzenlenmesi, hekimlerin haklarının ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için eylemleri devam ediyor. Talepler karşılanmadığı takdirde ise 8 Şubat’ta Türkiye çapında greve gidileceği yönünde uyarılar yapılıyor. Covid-19 pandemisinin Diyarbakır ve Türkiye genelinde artış göstermesinin yanı sıra sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını, ücretlerini, taleplerini ve eylem programlarını Gazeteduvar’dan Vecdi Erbay Türk tabipler Birliği (TTB) Merkez Konsey Üyesi Halis Yerlikaya ile konuştu.

‘COVİD servisleri yeniden açıldı’

Sağlık Bakanı illere göre vaka sayısını açıkladı. Buna göre Diyarbakır’da vaka sayısında yüzde yüz artış gerçekleşti. Diyarbakırlılar tedbiri bıraktı mı?

Aslında Diyarbakırlılar tedbiri bırakmadı, tüm Türkiye’de kamu otoritesi tarafından alınması gereken tedbirler alınmadığı, salgın kendi haline bırakıldığı için Diyarbakır’da ve tüm Türkiye’de vaka sayılarında çok ciddi bir artış ile karşı karşıyayız. Günlük vaka sayıları sağlık bakanlığının verilerine göre bile 100 bini geçti. Deyim yerinde ise salgında başa sardık. Diyarbakır’da kapatılan Covid servisleri yeniden açıldı. Acil servisler dolu. Yeni servisler açılıyor. Kısa zamanda bu artışın özellikle aşısız ya da eksik aşılı olanların yoğun bakıma da yansıması bekleniliyor. Diyarbakır’da geçen hafta günlük pozitif vaka sayısı 1500’lerde iken bu hafta 2500’lerde Covid vakaları arttı. Yoğun bakım yatışlarında 65 yaş üstü yüzde 70. Bakılan testlerin yüzde 60’a yakını pozitif. Ağustos aylarında yaşanan salgının kısmi koruyucu etkisi artık ortadan kalktı diyebiliriz. Diyarbakır ve bölge illerinde düşük aşılama oranları, Omicron varyantının çok hızlı bulaşma özelliği, okulların tatile çıkması vaka sayısında artış olarak karşımıza çıktı. Bununla birlikte bölgemizde kalabalık evler ve yaşam ortamları kısa sürede yüksek vaka seyri ile karşımıza çıktı. Dahası riskli gruplar (yetersiz beslenme, sigara, obezite ve kronik hastalıklar) bölge illerinde daha fazla can kaybına yol açabilir. Ülkeler hatırlatma dozu dahil yüksek aşılama ile süreci yönetme yoluna gidiyorlar. Hastane yatak kapasitesi en büyük kriter oldu. Hastanelerde yatak doluluk oranını kısa sürede artışının olmaması arayışı var. Bu nedenle PCR ve filyasyondan vazgeçtiler. Amaçları hastane başvurusunu düşürmek. Klinik seyrin hafif olmasının da bu kararda etkisi var.

‘Rehavete yol açan açıklamalar’

Sağlık Bakanı, artan vaka sayısıyla ilgili olarak, “Endişe etmeyin” açıklamasında da bulundu. Vaka sayısındaki artışın nedenlerinden biri de bu açıklama olabilir mi?

'Endişe etmeyin' sözü halk sağlığını önemseyerek bilimsel bilgiler doğrultusunda, salgınının gereklerine uygun tüm önlemleri alan bir Sağlık Bakanı’nın söyleyeceği söz. Siyasal iktidarın aşı dahi ciddi hiçbir kampanya yapmadığı biliniyor. Hatırlatma dozu olan nüfusu yüzde 20’nin biraz üstünde hesaplanıyor. Kontrol altına alınmayan Delta varyantının üzerine Omicron varyantı ile karşı karşıyayız. Korona virüsünün grip benzeri olduğu ifade edildi. Bu karşılaştırma bilimsel ve gerçekçi bir karşılaştırma değil. Bilim kurulu da “endişeye mahal yok” mu diyor, çıksınlar televizyonlarda paylaşsınlar endişeye mahal bir durum olmadığını. Özellikle kırılgan gruplarda, aşısız/hatırlatıcı dozu eksik, yetersiz koruyuculuk sürecine girmiş, ileri yaşta, bağışıklığı baskılanmış hastalıkları olanlar varyanttan bağımsız olarak ağır hastalık, hastaneye yatış ve ölüm riskiyle yüzleşmektedir. Beklenti ve dileklerimizi gerçeklerle değiştirip rehavete yol açacak çıkarımların, telafisi zor kayıp ve zorlu süreçlere neden olacağı düşünülmektedir.

'Kaybettiğimiz rakam değil, canlarımız'

Türkiye genelinde de Covid-19 vakalarında artış görülüyor. Buna paralel olarak ölümler de arttı. Bu verilere bakınca Bakan’ın açıklamasını nasıl yorumlamak gerekiyor?

Salgının ilk dokuz ayında Covid nedeniyle kaybettiğimiz rakam toplam ölümlerin dörtte birine denk düşerken, son altı ayda ilk dokuz ayın neredeyse iki katına yakın insanımız kaybedilmiş. TTB olarak hep ifade ettiğimiz gibi kaybettiklerimiz sadece rakamlar değil, hepimizin sevdiği yakınları, biricik canlardır. Omicron varyantının akciğeri daha az tutuyor olması, daha az hastalandırıyor anlamına gelmiyor. Omicron, hastalığın daha az şiddette geçmesine yol açan bir varyant. 60 yaş üstünde, sigara içen, şeker hastalığı olan, kronik hastalıkları olan ve aşısı tam olmayan insanlarda hastalığın şiddetinde azalma olmuş olsa bile yine de hastalığın sıkıntılı geçmesine yol açıyor. 23 milyon kişi 3. dozunu halen yaptırmadı. Ağustos’tan bu yana 150-250 aralığında seyreden günlük ölüm sayısı var. Tüm salgın sürecinde 300 bine ulaştığını hesapladığımız fazladan ölümler var. Toplumsal önlemleri ağzına almayan, tüm sorumluluğu vatandaşa yükleyen Sağlık Bakanlığı olamaz. Bu oturduğu koltuğun anlamının idrakinde olmamaktan başka bir şey değildir. Önlenebilir bir ölüm bizler için çok kıymetli iken 300 bin fazladan ölümden bahsediyoruz. Geç başlatılan ve yeterince önem verilmeyen gebe aşılamaları anne ölümleri olarak karşımıza çıktı. Benzer durumun bebek ölümlerine de yansıyacağını söyleyebiliriz. Yaşlılarımızın ölümünü kanıksamış durumdayız. Bu, kabul edilemez.

'Sağlık sistemi çöküşte'

İçinde bulunduğumuz süreçten sağlık çalışanları nasıl etkileniyor?

Covid-19 pandemisinde 2 yılı geride bırakıyoruz. Hiçbir önlem almayan, salgını kendi haline bırakan Sağlık Bakanlığı'nın halk sağlığını önemsemeyen politikaları ve salgının hastanelerde karşılanması nedeniyle sağlık çalışanları olarak en büyük bedeli bizler ödedik. Türkiye’de sağlık çalışanlarını tükenme noktasına getiren sağlık sistemine pandemi ve ekonomik krizin eklenmesi, sistemin krizini daha da derinleştirerek, sistemin çöküşe gitmesine neden olmaktadır. Salgınla ilgili yeterli önlemlerin alınmaması, bir aşı kampanyasına girişilmemesi ve oluşan çoklu krizin yarattığı diğer nedenler; pandemi döneminde 300 binden fazla yurttaşın ve 500’den fazla sağlık çalışanının ölümüne yol açması, mevcut sağlık sisteminin çöktüğünün göstergesidir. Salgın döneminde hem artan hem de acımasızlaşan sağlıkta şiddet vakaları, birçok branş için MHRS üzerinden randevu alabilmenin imkansızlığı ve bu imkansızlığın 5 dakikada 1 muayene gibi akıl dışı yöntemlerle çözülmeye çalışılması; pandemi süresince yurtdışına göç eden iki binden fazla ve istifa eden dokuz binden fazla hekim mevcut sağlık sisteminin çöküşünü acı bir şekilde göstermektedir. Omicron varyantı, önlemsizlikle birleşince, işlemeyen bir sağlık sistemi içinde korunmasız hedef haline gelen sağlık emekçilerinin hastalanma ve ölüm riski de artmaktadır. Özellikle hastalığı geçirmeyen, aşısız ve eksik aşılılarda oldukça ölümcül olabildiğini gösteren çalışmalar da bulunmaktadır. Aynı zamanda, herhangi bir salgın önleminin olmadığı bir ortamda, Covid-19 ve ertelenmiş sağlık hizmetleri nedenleriyle oluşabilecek ölümlerin kısmen önlenebilmesi için de öncelikle, sağlık çalışanları sağlıklı olmalıdır. Sağlık Bakanlığı’nın mevcut eğilimi ise ne yazık ki sağlık çalışanlarını korumaktan öte onların hasta hasta çalışmak zorunda kalmalarına neden olmaktadır

'Sözler tutulmadı'

Sağlık çalışanlarının eylemleri devam ediyor. Taleplerinin karşılanmaması halinde, sağlık çalışanları greve gidecek, diyebilir miyiz?

Türk Tabipleri Birliği olarak ekim ayından bu yana eylem sürecindeyiz. Çünkü ekonomik ve özlük haklarımız her geçen yıl gasp ediliyor, çalışma koşullarımız her geçen gün kötüleşiyor, çalışma ortamlarımızda şiddet, her geçen gün can yakıcı şekilde artıyor. Pandeminin tüm yükünü çeken, en çok hastalanan biz olmamıza rağmen, Covid-19 meslek hastalığı yasası çıkarılmıyor; kamuda veya özelde tükenmişlik her geçen gün artıyor; aile hekimlerine ceza yönetmeliği getiriliyor; mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitiminde ciddi niteliksel sorunlar yaşanıyor. Sorunlarımızı “Emek Bizim, Söz Bizim” mücadele programımız kapsamında sağlık kurumlarında, alanlarda, kasım ayında İstanbul’dan Ankara’ya gerçekleştirdiğimiz “Beyaz Yürüyüş”te ve Ankara’da “Beyaz Forum”da açığa koyduk, taleplerimizi dillendirdik. Bu mücadelemiz sonrası Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı kameraların önünde hekim gelirlerinde düzenleme yapılacağını açıkladılar. Ardından taleplerimizi karşılamasa, eşitsiz ve yetersiz de olsa hekimlerin ücretlerinde iyileştirme getiren bir teklif bütün siyasi partilerin oylarıyla aralık ayı başında Meclis’ten geçti ancak düzenleme komisyona getirildi ve iktidar milletvekillerinin önerisi ile tamamen geri çekildi. Yapılacak zam bir yana, tasarının görüşülme şekli ve geri çekilmesine 15 Aralık’ta bütün Türkiye’de, bütün sağlık kurumlarında yaptığımız G(ö)REV eylemi ile tepki verdik. O gün gücümüzü tüm Türkiye’de tüm sağlık birimlerinde gösterdik. G(Ö)REV günü bunun uyarı olduğunu ve tasarının Meclis’e bir an önce getirilmesi gerektiğini söyledik.

‘Oyalamalara göz yummayacağız’

Sağlık emekçilerinin özlük haklarıyla ilgili yapılacak düzenlemenin ocak ayında Meclis gündemine getirileceği belirtilmesine rağmen bu konuda herhangi bir gelişme olmamış; ocak ayının sonuna gelmemize rağmen hâlâ Meclis’te gündeme alınmamıştır. Emeğimiz adeta oyalama taktiği ile alay konusu olmaktadır. Buna izin vermeyeceğiz. Her gün gelen zam haberleri sonrası daha da yoksullaşıyorken oyalamalarınıza göz yummayacağız. Biliyoruz, unutturma, vazgeçirme politikası uygulanmaya çalışılıyor ama biz ki umudu bilen, direnmeyi bilen bir mesleğin mensuplarıyız, asla vazgeçmeyeceğiz. Tüm sağlık kurumlarının bahçelerini yeniden beyaza boyayacağız, hekimlerin gücünü, birliğini bizi duymayan kulaklara duyuracak, görmeyen gözlere bir kez daha göstereceğiz. Kararlılığımızı, vazgeçmeyeceğimizi, haklarımızı alana kadar eylemlerimize devam edeceğimizi herkes bilmelidir. Bugün haklarımız, kendimizin ve ülkemizin geleceği için ayaktayız. Tasarının Meclis’e getirilmesi ve taleplerimizin karşılanması için NÖBET’e başladık. Başlattığımız Beyaz Nöbet eylemi Meclis’in açık olduğu tüm günler devam edecek. 4 Şubat’a kadar tasarının Meclis’e getirilmesi için Beyaz Nöbet’teyiz. Tasarının gelmemesi ve taleplerimizin karşılanmaması halinde 8 Şubat Salı günü G(Ö)REV’de olacağımızı şimdiden duyuruyoruz. Bilinmelidir ki özlük haklarımızın Meclis’e getirilmesi için son, tek günlük G(ö)REV’imiz olacak. Öncelikli/acil taleplerimiz başta olmak üzere tüm haklarımızı alana kadar mücadelemiz ve G(ö)REV eylemlerimizi büyüterek devam edeceğiz.

Hekimlerin Acil Talepleri

TTB Merkez Konsey Üyesi Halis Yerlikaya, hekimlerin taleplerini sıralayarak bir kez daha hatırlattı:

* Kamu hastanelerinde göreve yeni başlayan pratisyen ve asistan hekimler için temel ücret (maaş+ sabit ek ödeme) yoksulluk sınırının en az iki katından, uzman hekimler için yoksulluk sınırının en az iki buçuk katından az olmamalıdır. Sabit ek ödemeler genel bütçeden karşılanmalıdır.

* Özel sağlık sektöründe çalışan hekimlerin sosyal güvenlik primleri “prim ödeme tavanı” üzerinden çalıştıkları kurumlar tarafından ödenmeli; ücretleri en az yoksulluk sınırının iki katı olmalıdır.

* Aile hekimi maaşları en az yoksulluk sınırının iki katına yükseltilmelidir. Tüm Aile Sağlığı Merkez binaları kamu tarafından inşa edilmeli aynı standartlarda donanımı kamu tarafından sağlanmalıdır.

* 3 yıldan uzun süre görev yapan aile hekimi ya da aile sağlığı çalışanı tüm kamu dışı ebe, hekim ve hemşireler kamu kadrosuna alınmalıdır.

* OSGB'lerde çalışan işyeri hekimlerinin ücretleri Türk Tabipleri Birliği’nin belirlediği asgari ücreti üzerinden ödenmelidir.

* Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur farkı gözetilmeksizin bütün emekli hekim maaşları (25 yılda emeklilik baz alınarak) pratisyen hekimler için asgari 15.000 TL, uzman hekimler için asgari 18.000 TL'ye çıkarılmalıdır.

* Çalışma ortamlarımız ve koşullarımız iyileştirilmeli, başta asistanlar olmak üzere bütün hekimlere, herhangi bir maddi kayıp olmadan (nöbet ücretinin kesilmesi vs.) nöbet ertesi izin hakkı tanınmalıdır.

* Covid-19 “illiyet bağı” aranmaksızın meslek hastalığı sayılmalı, pandemide çalışılan her yıl için 120 gün yıpranma payı uygulanmalı, hekimler için ek gösterge 7.200 olmalıdır.

* Sağlıkta Şiddet Yasası acilen TTB'nin önerdiği şekilde düzenlenmeli; cezalar tutuksuz yargılanma ve “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” olarak uygulamaya olanak veren sınırların üzerine çıkarılmalıdır.

* Tıbbi hatalarda kurumsal sorumluluğu görmezden gelerek hekimleri ödeyemeyecekleri tazminatlara mahkûm eden uygulamaların önlenmesi için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

* Hekimleri de hastaları da mağdur eden, hekimlere karşı şiddet kaynağı olan, halkın sağlığını tehlikeye atan 5 dakikada muayene dayatmasından vazgeçilmeli, hasta randevuları her hastaya en az 20 dakika ayrılacak şekilde düzenlenmelidir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.