Veysi Ülgen yazdı: Belki Keçi Burcu’nun firari hikayesi onu kurtarır

İskenderpaşa’nın çapraz kuçelerini eski koşuşturmalar gibi rastgele adımlıyor. Bir zaman bir solukta yoğurtçu pazarına çıktığı dar kuçeler ona dargın sanki; çünkü elleri üşüyor ve ayakları yanıyor. Zamanın gizemi ve mekanın sihri içinden geçerken, ne değişmiştir ve ne değişmemiştir diye kuçe taşlarına söyleniyor. Kimisinde fakülteli talebelere, kimisinde köyden göçertilenlere mekan olan avlulu taş evler kafelere evrilmiş. Ama o taşlar alev topu misali gözlerini alıyor.

Ve bu gözlerle Ulucami’nin arka sokaklarına varıyor. Telefonu sürekli ‘Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım’ı çalıyor. Kente dışarıdan ziyarete gelen misafirleri onu yeni açılan taş avlulu devşirme bir mekanda bekliyor. Eski bir avlusunun restore edildiği mekana başını eğerek giriyor. Hatırlıyor, en son bir öğrenci eylemi sonrası tutuklanmamanın kutlamasını yapmışlar. Şimdi orasını misafirlerinin oturduğu tahta masalar kaplamış. Kafeden duvarlara bağırırcasına yayılan kimliksiz müzik belli ki onun gibi taşları da tırmalıyor. Ve taşları dinledikçe sağırlaşıyor ki hiç oturası yok. Arkadaşlar isteksizliğini fark edince köz de pişirilen menengiç kahveler sıcak fincanda bırakılarak avlulu kafeden çıkılıyor.

Kentin kuçelerinde ama kente yabancı sohbetle Ulucami’nin kuçe kapısına varılıyor.Avlu girişinde aynı siyah ayakkabılar, aynı gri şalvarlar, aynı boyda kara sakallar, ve aynı sade bakışlarla bir grup adam karşılıyor. Mesele anlaşılmıştır, aralarındaki tek kadın çantasından bir mor eşarp çıkartıp başını sarıyor. Eşarbın bağlanmasını beğenmemiş olacaklar ki tek tip adamlar kadını bir ağızdan uyarıyor. Dikkatini daha çok bu kente ait olmayan dilleri çekiyor. Bu düzgün ama sert konuşan tek tip adamlar bu kuçelerin yabancısı mıdır yoksa kendisi mi yabana atılmıştır. Öne geçip onlara karşı önce Kürtçe konuşuyor. Tahmin ettiği gibi hiçbiri Kürtçe bilmiyor. En güzel iletişim dili gülmek diye gülümsüyor derince. Yüzlerde ki sert ifade gülümsemeye karşı biraz yumuşayınca eskiyi bu kentin Türkçesiyle anlatıyor. Eliyle arka kuçeleri işaret ederek, buralarda yaşadığını, eskiden kadınların tek başına yoğurtçu pazarına alışverişe kestirme olduğu için buradan gittiklerini, bu avlunun Cuma dışında ibadet yeri sayılmadığını, kimsenin onlara başı açık ya da kapalı bakmadığını, hepsinin namazında niyazında Müslüman olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Bunu anlatırken anılarının cazibesine çarpıldığının farkındadır. Kadın eşarbı yeniden başına daha sıkı sararak sorunu erkeklere bırakmadan çözüyor. Adamlar selam verip geri çekiliyor ve böylece binlerce yıllık geçmişi olan avluda tarihle yürüme devam ediyor.

Onların başörtüsü sormasına değil ama değişen şehir dili’ne takılıvermiş halde yürümeye çalışıyor. Yazılı olanın yetmediğini bildiği halde bir güneş tapınağından camiye değişen Ulucami’nin tarihi zaten duvarda yazılıdır, diyerek misafirleri kısmen terk ediyor.

Belki yalnız kalmaya ihtiyacı var. Belki kentin ona ihtiyacı var. Muhteşem kapıdan Ulucami’nin önünde ki meydana bakıyor. Havada hiçbir güvercin uçmuyor. Meydanda cami girişindeki adamlar gibi tek tip giyinmişlerdenbir genç güzel ve akıcı Türkçesiyle birazdan Filistin’le dayanışma için yapacakları açıklamanın çağrısını yapıyor. Bu genç demek ki meydanın eskiden mitinglerin yapıldığı yer olduğunu biliyordur. Ya da Ulucami’nin maneviyatının gölgesinde protestoyu yapmak istemektedir.

Sakallı gencin çağrısı onu bu meydanda gerçekleşme teşebbüsünde bulunulan başka bir Ortadoğu eylemine götürüyor. Irak’ta Saddam Hüseyin’in Kürtlere kimyasal saldırısı sonucu kaçan yüzbinlerce Kürdün çok az bir kısmı Dicle vadisinde misafir edilmektedir. Ve hala kulağında Kürtçe kasetlerin yasak olduğu zamanda onların bu meydanda karaborsa kasetlerden çalınan Kürtçe müziklerin tınısı çınlamaktadır.

İnsanlar yavaş yavaş gencin etrafında toplanıyor. O bir yandan ablukasız eylemi bir yandan geçmişi birlikte yaşıyor.  O dönem peşmergelerin zehirlendiği haberi kente yayılmış. Halk infial halinde. Bunu protesto edenlere onlar da öğrenci olarak kaçak katılacaklar. Maalesef açıklama o zaman daha genişçe olan meydanda okunmadan polis müdahalesi başlıyor. Önce belediye binasının yanında, şimdi yerine bina dikilen fıskiyeli parka kaçıyor. Sonra Hasanpaşa Hanı’na giriyor. Bekleyen bir Bismil dolmuşuna girip oturuyor. Dolmuş şoförünün tedirgin olmasıyla Han’ın kuyumcular tarafından kaçarak soluğu, şimdi olmayan Xançepek kuçelerinde alıyor. Şanslıdır çünkü meydandan kuçelere inemeyenler soluğu önce  Çarşı Karakolu’nda, sonra İçkale’de ki mahkeme salonun da alacak. Kuçelere girenlerin içinde daha şanslı olanlar  soluğu Dicle’ye bakan surlarda alacak.

Şimdi meydanın bir köşesinde Filistin’le dayanışma mitingi gerçekleştiriyor. Grubun içinde şalvarsız, sakalsız, cüppesiz, slogansız tek kişi olarak durmasına kimsenin aldırmaması,şimdi yaşamadığı şüphesine götürüyor. Ama misafirleriyle göz göze gelmesiyle sahi olduğunu anlıyor. Misafirleri birbirlerine Ulucami’nin mimarisini anlata dursun, o eski ve yeni mitingler arasında gidip gelmektedir.

Doksanların başı, kent savaşın kötü halleriyle boğuşmaktadır. Kuçelere kan ve barut kokusu yayılmış. Sokakta bir gazeteci ensesinden vurulmuş. Bir yandan da demokrasi balonuyla seyreden seçim çalışmaları var. Barış ve çözüm umudu bekleyen kentliler var.Onlar öğrencilikten mesleğe adım atar atmaz kendilerini sendikal mücadelenin içinde bulmuşlar. Dönemin Ana Muhalefet lideri Demirel demokrasi liderliğine soyunduğu seçimi kazanmış, kente başbakan olarak geliyor. Burada Ulucami önünde halka hitap edecek. Ve onlar sendika üyeleri mitingde sendikal taleplerle kendilerini gösterecekler.

Ve başbakan bu meydanda konuşuyor. Kürt realitesini tanıdığını söylerken onlar pankart açıyor. Ve polisle birkez daha karşılaşma. Bu defa kuçelere kaçmıyor. Ama bir kaç arkadaşı alınmış. Madem demokratik süreç var. Öyleyse miting yöneticileri ile konuşmalı diyor. Ve ısrarlar sonucu miting sonrası yöneticilerle karakola gidip arkadaşlarını alıyorlar. Sonra meydanda peşmergelerin tezgahlardan çaldığı Kürtçe ezgiler eşliğinde kaçak çay içiyorlar.

Filistin’le dayanışma mitingi sona erdi, herkes dağıldı ama o geçmişe zincirlidir. Yıllar önce tanınan Kürt realitesinin kaç kere inkar edilip yine kaç kere tanındığını ve daha kaç kere  inkar edilip yine kaç kere tanınacağı kısır döngüsüyle midir, anıların ağırlığı mıdır, değişen ve dönüşemeyen şeyler için midir, birden zincirler onu tersyüz ediyor. Kentin tarihine şimdi başaşağı bakıyor. Ayakları uzamış minareye tutunmak üzere. Başı meydanın taşlarında hatıralara çarpıyor. Onu başaşağı deviren kentin değişimimidir, yoksa geçmişe özlemmidir, bilemiyor.

Zincirlerine vuruyor ve ayakları onu eskiden alışverişi yaptığı, şimdi terk ettiği Çarşıya Şewitiya’ ya çekiyor. Belki kredi kartı zinciriyle avm tutsaklığıdır onu buraya getiremeyen. Belki de asıl değişen dilin ve müziğin alışık olmadığı ritmidir onu buraya getirmeyen, bilemiyor.

Bir daha tersyüz olmadan, zincirleriyle, misafirlerinin ardından Gazi Caddesinden Mardin kapıya yöneliyor. Onu başaşağı gitmekten belki Keçi Burcu’nun firari hikayesi kurtarabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysi Ülgen Arşivi