Varlıktan yokluğa düşen mikrop hastası bir yazar: Abdülhak Şinasi Hisar

Edebiyat alanında isim yapmış ve yazdığı çeşitli eserlerle yeniliklere imza atmış olan Abdülhak Şinasi Hisar’ın ders alınacak çok ilginç bir hayat öyküsü vardır. Türkiye’de ilk edebiyat dergilerinden 1882-1883'te yayınlanan Hazine-i Evrak'ın yayıncısı, öykü ve eleştiri yazarı Mahmud Celaleddin Bey'in oğludur Abdülhak Şinasi Hisar...

Babası, ona hayranlık duyduğu iki şairin, yani Tanzimat dönemi şairlerinden Şinasi ile Abdülhak Hamit Tarhan'ın adlarını verir. Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca'daki konaklarda geçer. Mürebbiyelerinden Fransızca öğrenir. 1905'te Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirir. 1905-1908 arasında Paris'te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu'nda öğrenim görür. Jön Türk hareketine katılır. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döner. 1909'da bir Fransız şirketine memur olarak girer ve hayatı boyunca çeşitli yerlerde çalışır.

Abdülhak Şinasi Hisar, makale, hatıra, roman, hikâye, monografi türlerinde birçok esere imza atar. Yazar, özellikle Fahim Bey ve Biz romanı ve İstanbul’u konu alan eserleriyle tanınır.

İlk romanı "Fahim Bey ve Biz", 1942 Cumhuriyet Halk Partisi yarışmasında üçüncülük ödülü alır. Bu eser, eleştirmenler tarafından "akıcı bir dil ve yetkin bir üslupla kaleme alınmış" diye değerlendirilir.

Romanlarında Rumelihisarı, Büyükada, Çamlıca üçgeninde varlıklı, gününü gün eden, sorunsuz insanların yaşamlarını yansıtır. Bu çevrelerin dışındaki yaşamı basit ve aşağı bulur. Bunun cezasını, hayatının sonlarında çekecektir.

Fransız edebiyatçılardan etkilenen Hisar, kahramanlarının hepsini dengesiz, gariplikleri olan, içine kapanık, başarısız ve hayalleriyle avunan kişiler olarak kurgular. Olaylardan çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerine öncelik verir. Şiirsel bir dil ve özgün bir teknik kullanmıştır romanlarında.

Abdülhak Şinasi Hisar’ın mikropla ilgili hassasiyet ve titizliğini, kelime kalplarına dökmeye çalışacak olursak, şöyle bir tabloyla karşı karşıya geliriz:

1-Ona ikram edilecek herhangi bir şeyin, -mikroplu olduğundan şüphelendiği- musluk suyuyla değil, kaynamış suyla yıkanması şarttır.

2- Çay içeceği zaman, biri çay, diğeri kaynar su dolu iki çaydanlık ve iki fincan ister. İlkin fincanlardan birini kaynar su ile yıkar, sonra suyu öteki fincana boşaltarak çayını gönül rahatlığıyla içine doldurur.

3-Saçlarını, berberini evine getirerek kendi tarak ve makasıyla kestirir. Sakalını ise, yeni açtığı paketten çıkardığı tertemiz tıraş bıçağını, hem yakarak hem de ispirto ile silerek keser.

4- Konuk olsa da kendisine sunulan kadeh ya da bardakları ışığa tutup kontrol eder. Sıkıntı gördüğünde hiç çekinmeden bunların değiştirilmesini ister.

5- Kişilerin hürriyetini kısıtladığı gerekçesiyle dolmuşa binmez. En parasız olduğu günlerde, yakın mesafelerde bile, kaim bastonunu hafifçe kaldırarak bir taksi çevirir, yalnız başına bir taksinin içine kurulur.

6- Yatılı misafiri olarak kaldığı arkadaş evlerinde, yastık yüzlerinin, yeterli derecede temiz midir, değil midir diye kâh lamba ışığına tutup gözden geçirir. Kâh burnuna yaklaştırıp koklayarak sabah ettiği olur.

7-Halka açık yerlerde oturmaz, yemez ve içmez.

8-Sdece kendisinin kullanımına açık birkaç takım çatal, kaşık ve bıçağı vardır.

9- Sarılmaktan, tokalaşmaktan ve öpüşmekten hoşlanmaz.

10- Konuşurken tükürük korkusuyla mesafeli durur ve oturur.

Göksu’daki saz âlemlerinde, şiirleri mehtaba karşı okunan Şair Nigar Hanım’ın yalı komşusu Abdülhak Şinasi Hisar’ın Gümüşsuyu’nda bir apartman dairesinde yalnız ve beş parasız biten hayat macerasına bakınca, akıllara ister istemez son romanı, “Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği”ndeki hayali ve kurgusal akışa paralel dramatik bir benzerlik geliyor insanın aklına. Sanki önce yazılmış, sonra yaşanmış bir hayat…. Hisar, diyor ki: “Ali Nizam’ın yaşadığı zaman, bizim, tahteravalli oynar gibi, bir hayli alafrangalıkta geri kalmış bir şarklılığa, lezzetle, bir gidip, bir geldiğimiz zamandı. Fakat aynı adamın, bu kadar az bir vakit içinde, o kadar gösterişli bir alafrangalıktan bu kadar koyu şarklılığa geçişine cidden hayretler içinde kalıyordum.”

“Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği”, servet içindeyken sonsuz ihtirasları ve tuhaflıkları yüzünden rahata kavuşmayan Ali Nizami Beyin, her şeyini yitirdikten sonra Bektaşi şeyhliğine soyunup huzur buluşunu anlatan bir uzun hikâye.

Hisar, yine insanın içine işleyen trajikomik bir hayatı anlatır. "Usaresini ve özünü bir hafıza ve muhayyele hazinesinden alan üslup ve Ali Nizami Beyin garip hayat macerası, okuyucuyu, Ali Nizami Beyi her akşam Büyükada'ya taşıyan vapurun peşinden çizilen köpük şeridi gibi sürükleyip götürüyor…

3 Mayıs 1963'te İstanbul'da yaşamını yitiren Hisar’ın Ölüm Haberi, gazetelere şu şekilde yansır: “Türk edebiyatının değerli simalarından Abdülhak Şinasi Hisar vefat etmiştir. Merhumun cenazesi bugün Şişli semtinden kaldırılarak Merkez Efendi’de toprağa verilecektir.

Merhumun her hangi bir geliri bulunmadığı ve ölümünde üzerinde ancak birkaç liradan fazla para olmaması dolaysıyla cenazesi belediyece kaldırılacaktır.

Konunun uzmanı değerli hoca Dr. Sıddık Akbayır’a sonsuz teşekkürler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi