Ahmet Baran Yazdı: Hafıza Odası; Tepki kim(ler)e ve neden?

Bazen eğri oturup doğru konuşamıyor insan.

Ya da doğru yerde doğru lafı kurmak her zaman mümkün olmuyor.

Kısa kesip mevzuya gelelim; Hafıza Odası.

Evet, mevzu ‘Hafıza Odası’!

Konu memleket menfaatleri olunca hassasiyet doruklara ulaşıyor; o yönde talepler, ricalar geliyor.

Ana akımın arkasına sığındığı bahane gibi; mevzubahis vatansa gerisi teferruat gibi!

Sosyal medyada süren tartışmalar, HDP’nin en üst düzeyde temsil edildiği açılışa rağmen Keçiburcu üzerinde ‘Roboski Katliamı’nı ifade eden tabutlardan birinin aşağıya atılmasıyla sonuçlanan bir fiili tepkiye dönüştü.

Sergiyi protesto eden gençlerin, şu açıklamayı yaptığı iddia ediliyor: “Burada yapılan sergi değil, Kürt halkının, Amed halkının bütün değerlerine ihanettir. Sergi adı altında gösterilen tabutlar, faili meçhul cinayetlerdir. Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, bu serginin açılışına çelenk göndermiştir. Hem katledip hem de çelenklerle bunları kutlamak, açılışlarını Kürtçe şarkılarla yapmak, Kürtçenin yasak olduğu bir dönemde, insanların sırf Kürt olduğu için katledildiği bir dönemde, bu tabutları, aşağıda görülen ayakkabıları asmak, bütün Kürt halkına, bütün Kürt değerlerine ihanettir. Eğer gerçekten hafıza görmek istiyorsanız, Surlara bakmanız yeterlidir. Evlerimiz yıkıldı, yerine Surla alakası olmayan evler yapıldı. İnsanlarımız katledildi. O nedenle yapılan sergi değil, bizim bütün değerlerimize ihanettir.”

Sanat; ideolojik saplantılardan uzak ayrı bir tartışma konusu belki de.

Aradaki ince çizgiyi iyi koruyup bodoslama dalmamak lazım meseleye.

Ancak, sergide Kürt halkının yakın ve uzak dönem acılarını ifade eden eserler kadar; sergiyi açtığı mekânın arka planındaki sokaklarda henüz kabuk bağlamamış yaralara vurgu yapanları da anlamak lazım.

Bir de yıkılan sokaklardan nemalananların, serginin en ön saflarındaki ‘memlekete hizmet’ edasıyla duruşları.

Bu eserler önünde resim çekenler ya da selfie yapanların yüzlerindeki sırıtmalar ile tamamlanan o akıl yoksunluğu birçok kişiyi incitmiş, derinden yaralamış; Haklılar.

Aynı görüntülere kan kokusunun sindiği yasaklı mahalleler henüz açıldığında rastlamıştım ve dönüp dövesim gelmişti sırıtarak yüzlerini, vücutlarını acayip şekillere sokup resim çektirenleri.

Hiç unutmam; yasak kalktığında Peynirciler Çarşısı’ndaki bir esnafa “Nasıl, mutlu musunuz, işyerleriniz açıldı” diye soran iktidara yakın bir gazeteciye, neredeyse dövecek gibi bakan bir esnaf şunları söylemişti: “Yahu sen ne diyorsun hemen karşımızdaki sokaklarda onlarca insan öldü, daha cesetleri içerde. Ben dükkanımın açıldığına mı sevineceğim!”

Sorduğuna soracağına pişman olmuştu ve adeta bir tokat yemiş gibi kendine gelmişti gazeteci; utanarak yanından ayrılmıştı esnafın.

Sanatçılığından kimsenin şüphesinin olmadığı Ahmet Güneştekin’in ekip arkadaşlarıyla ortaya koyduğu sanattan çok; onun bir piyasa/kar-zarar telaşı ile sunulması ve iş tutulan insanların bu acılara rağmen kendi geçmişlerini bunun üzerinden temizlemeye  çalışmasıdır insanları üzen!

Böylesi bir kaygıyla ortaya çıkan görüntüler; acıların bile nesnelleştirilip, sermayeye dönüştürüldüğünü görmenin tepkisine dönüştü.

O ince noktayı kaçırdığınızda ne Cami’ye ne de Kilise’ye yaranamıyor insan; düşülen durum tam da budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi