Necip Fazıl’ın, gençlik yıllarında samimi olduğu insanlar içinde Hasan Âli Yücel’in önemli bir yeri vardır kuşkusuz. Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel, bir şiir kitabını, kendi el yazısıyla “Hakkında her vasfın âciz kaldığı şaire” diye ithaf ettiği sanatkârı (Necip Fazıl’ı)  Dil Tarih Fakültesi kadrosundan Ankara’da Yüksek Devlet Konservatuarı’na tayinini sağlar. Tiyatro, opera ve Kompozisyon bölümlerinin bir arada ders alacağı, konferansımsı Batı Edebiyatı Kürsüsü… Haftada üst üste iki saat… Necip Fazıl, her hafta sabah treniyle gidip trende dersini hazırlamakta ve Ankara’da yalnız bir gece kalarak ertesi günü derslerini verdiği günün akşamı İstanbul’a dönmektedir.

Geçirdiği gece veya gündüz saatlerinde de Hasan Âli’nin evine uğrar ve “atûfetlû” (çok esirgeyici, şefkatli ve merhametli. Son devir Osmanlı protokolünde yüksek rütbe sahipleri ile bakanlara verilen bir unvan. Üstad, bu kelimeyle Bakan hakkında alaycı bir dil kullanıyor.) Vekil (Bakan) Bey’le hoş beş eder. Hasan Âli apartmanın sofasında yanan büyük kömür sobasına yaklaşıp, ayağında sadece bir don ve üstünde bir atlet, bacağındaki kılları kavururcasına ısınmayı pek sever. “Talim ve Terbiye Heyeti”ni kabul ettiği olur ve bu, evine her gelen üzerinde “şok” etkisi yapar. O kadar ki, heyetin reisi, gerçekten içli ve kafalı, halis Osmanlı tipi ve beyefendisi Kadri Bey bir gün Mistik Şair’e (Necip Fazıl’ın kendisine):

-Kuzum, demiştir. Beyefendi’ye söyle bizi bu kılıkta kabul etmesin… Sizi sever ve nazınız ona geçer. Fena halde mahcup oluyoruz!

İyi ama “rate” (kavruk) şair ve ezberleme felsefeci Hasan Âli, bu hallere, büyüklük, büyüklere mahsus hususiyetler gözüyle baktığı için özenmekte, o yüzden kaşlarının ucunu yukarıya doğru fırçalamakta ve öğüt dinler gibi görünmemektedir.”

Talim ve Terbiye Heyeti’nin başkanı Necip Fazıl’ın Bakan’la çok samimi olduğunu bildiğinden böyle bir ricada bulunuyor. Gerçekten de üstadın onunla yediği içtiği ayrı gitmiyor. Bir gün yine yalıda yemeğe davetlidir Hasan Âli… Yalıda yemek yedikten sonra ellerini yıkamak üzere, eski yalıların bugünkü banyodan daha büyük mermer döşeli helâsına giren Hasan Âli Yücel, orada mutfağın üzerindeki rafta, Mustafa Şekip’in (Tunç) kara kalem bir portresini gördü. Mustafa Şekip, Necip Fazıl’ın çok yakını bir insandır. Felsefeci ve donanımlı biridir.

-Bu da nesi? Hani bu adam, senin yakının ve dostundu? Resmini nasıl helâya asarsın?

-Benim dostum, davamın dostudur. Ötesi “fantezi ve iğreti yakınlıklar… Kendisinden ilk defa gerçek fikir adamı üstün profesörü beklediğim halde bir türlü olamadığın gördüğüm bu adama, vâitkârlığına rağmen zarını delememesi karşısında ancak helâyı layık görüyorum! O resmi de oraya, yalıya gelsin de bizzat görsün diye koymuş bulunuyorum.

Hasan Âli salonda, bir kitap getirmek üzere dışarı çıkan sabık Şair’in (Necip Fazıl’ın kendisi)arkasından, iki elini tekbir getirir gibi kulaklarına kaldırarak Neslihan Kısakürek’e soruyor:

-Namaz da kılıyor mu?

-Evet, beş vakit namazını kılıyor.

Necip Fazıl, hatıralarını yazarken, “Dönelim yine 30 küsur yıl öncesine” diyerek bir parantez açar ve şunları söyler:

“Evlendikten sonra Vaniköy’de “leb-i derya” dedikleri, suyla toprağın öpüştüğü çizgi üzerinde bir yalıyı mekân edinmiş, deniz şırıltısı, martı kuşu gakgakları ve “Şirket-i Hayriye” vapurlarının düdük sesleri arasında, şehir homurdanmalarından uzak, kitaplarına abanmış ve “Büyük Doğu” planına dalmış oturuyor.

-Öğlen yemeğine davet ettiği Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel, yanında Vekâlet Müfettişi Osman, yalıda… Sabık Şair’in annesi gayet nâdide yemekler hazırlamış ve onları Beylerbeyi’ndeki yalısından sandalla Vaniköyü’ne göndermiştir. Yemekler, Hasan Âli Yücel’in o kadar hoşuna gidiyor ki,  o sıralarda Florya Köşkü’nde bulunan (İsmet)İnönü’ye tattırılmak üzere bir sefertası içinde onlardan birer miktar rica ediyor. Hemen takdim…

Ankara’ya gidip gelmekten sıkılan Necip Fazıl: “Bir gün Hasan Âli’ye sobasının başında tüylerini kızdırırken gördü:

-Siz beni pr0fesör değil, trenlere kondüktör tayin ettiniz! Bıktım, haftada iki gün trenlerde gidip gelmekten…

-Ankara’da otur öyleyse!..

-Oturamam! Havası beni boğar.

-Ne istiyorsun?

-Mesela İstanbul’da, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Mimari kısmında bir kültür dersi…

-Âlâ yapsınlar tayinini!

Bir de “Robert Koleji’n” son üç sınıfında edebiyat hocalığı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sakir Diclehan Arşivi