Veysi Ülgen yazdı: Ve onu da vurdular

Ulucami’ye güvercinlerden bile fazla geliyorlardı. Takım takım insanlar cami avlusunu dolaşıyor, kimi tarihini konuşuyor, kimi ayaküstü siyaset tartışıyor, kimisi de bilinmezce geziyordu.

Ulucami’nin güvercinleri gibi sakinlerinden biriydi. Ama sakin durmaya niyetli olmayan bir sakiniydi.

Önceleri cami etrafındaki güvercinlerle, sonra cami duvarlarıyla ve en son ziyaretçilerle konuşmaya başladı.

Başta caminin tarihini merak edenlere konuşuyordu. Sonra birden geziciler de dikkatini çekti. Onları da boş bırakmamaya başladı. Kiyafetlerine bile laf atmaya başladı.

Kent kalabalıklaştıkça ziyaretçilerin de sayısı artıyordu. Beraberinde namı da kentte yayılıyordu.

‘Deli ve Veli‘ arasındaki çizgiyi ayıramayan hatta bundan hoşlanan sevgili halkı için dikkat çeken biriydi

Ama mutsuzdu.

Cami ile, din ile şeklen çok insan ilgileniyor görünüyordu. Ama ters giden bir şeyler vardı.

Bir gün geldi burasının da siyasetin içinde olduğunu anladı. Mutsuzluğu daha da arttı. Bir şeyler yapmalıydı. Çünkü gün geçtikçe güvercinler uzaklaşıyor, caminin duvarları yıpranıyor ve tek tip ziyaretçiler tehlikeli olmaya başlıyordu.

Belki onu konuşturan bu manzaraya duyulan sade bir isyandı.

Artık camide konuşan çok kişi vardı. Ama yalnız olan kendisiydi. Diğerleri kimi cemaat diyordu, kimi tarikat diyordu, kimi dini kurtarma siyaseti diyordu. Ve onların oralarda pek görülmeyen başları vardı. O ne derse kalabalıklar ona uyardı. İstesek sen konuşamazsın bile demişlerdi.

Ve o kalabalıklar, kendisinden sadece ziyaretçilerin kılık kıyafetlerine karışmalarını istiyordu. Fark ettiğinde artık kimseye karışmadı. Ama günlük bilgilendirmelerden vazgeçmiyordu

Çünkü insanların dinsel bilgilendirmesinin yanlış olduğunu düşünüyordu.

Yalanın. dolanın, talanın normalleştiği bir zamanda yaşıyordu.

Ve hırsızlığın, yolsuzluğun işini bilen akıllı adamın marifeti olarak kabul gördüğü zamanda yaşıyordu.

Ve de görsel olarak dinsel ritüellerde artıyordu.

Ne yaman bir çelişkiydi.

Hem hırsız olmak istiyorlar, hem de camiye daha sık gelmek istiyorlardı.

İsterse birileri gibi para da kazanabilirdi.

Yapmadı. Çünkü dini bilgilerini pazarlamak istemiyordu. Zaten bir dönem sonra yapamayacağını da anlamıştı.

Çünkü o pazarlar çoktan tutulmuştu. Her bilgi gibi her kuruşun da hesabı soruluyordu.

Çaresiz kenti terk edecekti. Çünkü kentin bir tarafı yıkılmıştı. Ve onlar gibi sessiz ve sakin izlemiş, ve de yalnızlığı artmıştı.

Çünkü onu anlayacak az insan vardı. Onlar da attık Ulucami ‘ye gelmiyordu. Belki de gelemiyordu.

Artık kah sırayla kah takım halinde kent terk ediliyordu.

Ve o da kısmen mazlum, kısmen günahkar ve kısmen mahçup gibileri gibi bir gün kenti terk etti.

Uzaklarda kendi bildiği işi yapacak ve kendi emeğiyle yaşayacaktı.

Ama çare değildi. Ve bu zaman da olamayacaktı.

Bir defa sözleri muktedirlerin hoşlarına gitmemişti. Serbest konuşması, dini bilgilerini satmaması, güce biat etmemesi hoşlarına gitmemişti.

Başkaları sussun, örnek alıp sessiz kalsın diye vurulmalıydı.

Onu bir seccadenin üzerinde vurdular

Onu, yalnızken vurdular

Onu, kalleşçe vurdular

Son bir kez dokunamadığı caminin duvarları içinde, son bir kez tabutta kenti selamlarken, hala eksik bir şeylere tanık oluyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Veysi Ülgen Arşivi