Katliamın sorumlusu kim?

15 Haziran Cumartesi günü, “arazi anlaşmazlığı” nedeniyle gerçekleştirilen saldırıda, aynı aileden, Hakkı, Zozan, Meryem ve Serdar İzol hayatını kaybetti, yine aynı aileden beş kişi yaralandı.

Olay yerinden kaçan aracın yolda çarptığı iki kişi de hayatını kaybetti: 6 ölü, 5 yaralı…

Böylesine acımasız bir olayı, kılımızı kıpırdatmadan, sanki olağan bir şeymiş gibi okuduk, izledik.

Vahşice katledilen bu insanların yakınları tarafından, gözyaşları ve feryatlar içinde cep telefonu ile çekilen görüntüleri izlerken, (izlememenizi tavsiye ederim) insanın ne kadar zalimleşebildiğine bir kez daha şahit olur, boğazınıza inen yumruğu hissedebilirsiniz.

Olayı gerçekleştirenlerin arasında eski AK Parti Urfa milletvekilinin kardeşlerinin de yer aldığı grup tarafından gerçekleştirildiği ifade edilen saldırıya ilişkin görüntüler; “#SiverektekiKatliamaSesVer” etiketiyle sosyal medyada yayıldı.

Bir yandan katliam üzerinden iktidar partisi eleştirildi. Tam bu noktada Şanlıurfa Valiliği, Siverek ilçesinde 6 kişinin öldüğü, 6 kişinin de yaralandığı olay ile ilgili 3 kişinin tutuklandığını, sosyal medyadaki iddiaların ise asılsız olduğunu açıkladı.

Ne bu türden yaklaşım, ne de Valiliğin açıklaması yeterli.

Birincisi ve en önemlisi, söz konusu egemen/aşiretlerin aldığı gücün arkasında her dönem siyasetçilerin bulunuyor olması gerçeği.

Gazeteci yazar Kurtul Altuğ, 1960 sonrasında Doğu’nun makus talihini yenmek için ağalık ve aşiret sisteminin yerine bir başka gücün konulması amacıyla CHP’nin Toprak Reformu’nu gündeme getirdiğini, ‘düzen değişikliği yoluyla toprağı hakça bölüştürmek’ istediğini anlatırken, şunları ekliyor:

‘1971 Muhtırası’nın başında yer alan istek de ‘toprak reformuydu’ ne yazık ki; ne askeri yönetimler, ne de demokratik uygulamalar işe çözüm bulabildiler. Tersine; siyasi iktidarlar bölgedeki ‘ağalık, şeyhlik-aşiret düzenini’ oy deposu olarak gördüler ve o ağalar arasında neler çıkmadı, neler? Susurluk’ta bir aşiret reisi vardı. Şimdi de karakol basanların, siyasi iktidarla olan yakın ilişkileri söz konusu.’

Coşkun Kırca da, Van olaylarının, Doğu ve Güneydoğu’da devletin nizamının mı, yoksa aşiret nizamının mı hákim olduğu sorusunu ortaya atıyor ve devletin bölgede sıkıyönetim dışında kamu düzenini hakim kılmakta aciz kaldığını belirtiyor.

Güneydoğu’daki sistemde tek esasın, ağa veya şeyhin aşiret mensubunu koruma vaadine karşılık, aşiret mensubunun tüm iktisadi varlığını, ağa veya şeyhe bağlamış olduğunu, aşiret reisinin aşiret mensuplarının sadece tarlasının ve hayvanlarının değil, köyünün ve köydeki evinin de mülkiyetine hakim olduğunu anlatan Kırca şöyle bir öneride bulunuyor:

‘Bu hukuk dışı sistem yıkılmalıdır. Bu amaçla, ağalık veya şeyhliğe dayanarak elde edilmiş tapular herhangi bir bedel ödenmeden devletleştirilmeli, sadece ağa veya şeyhe düzenli ve verimli bir çiftlik için lüzumlu toprak ve ikametgah bırakılmalıdır. Devletleştirilen bu topraklar toprağı olmayan ya da yetersiz kalan çiftçiye dağıtılmalıdır. Devletten bu şekilde toprak alan çiftçi bu toprağı bölmemeli, kiralayamamalı ve satamamalıdır.’

Coşkun Kırca, Güneydoğu’da devletin normal nizamının ancak bu suretle korunabileceğini savunuyor.

Arno Gruen “Normalliğin Deliliği” adlı kitabında, günümüzde insani değerlerin kaybolmasına katlanamayanların "deli" sayılırken, insani köklerinden kopmuş olanların "normal" kabul edilerek onaylanışını anlatır. Kitapta, “Kendi içine giden yoldan saptıkça artan iktidar hırsı ile bu gizli delilik, insanlığı her zamankinden daha çok tehdit ediyor, çünkü iktidara aç olan insanların elindeki yıkıcı potansiyel hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştı” der yazar.

Bugünü en azından iktidar hırsı ile anlatan çok güzel bir tespit.

Velhasıl, bu düzen böyle sürdükçe, daha nice insanlar böyle vahşice öldürülür ve öldürtenlerin yanına kar kalır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi